‘Haute couture’ün ekselansı

Güncelleme Tarihi:

‘Haute couture’ün ekselansı
Oluşturulma Tarihi: Haziran 13, 2021 07:00

Moda’da yürüyen şık şapkalı, tayyörlü hanımlar, Beyoğlu’na takım elbisesiz çıkmayan beyler, Paris’te Givenchy atölyesinden anılar, 68 olayları, düğmelerine logo koyarak hazır giyime havlu atan Fransız markalar, Yeşilköy’deki köşklerde ihtişamlı davetler… Türk modasının duayenlerinden ve ‘haute couture’ün ülkemizdeki ilk temsilcilerinden Vural Gökçaylı ile geçmişte çok renkli bir yolculuğa çıktık. Kendisini bulmuşken iyi stil önerilerini de aldık…

Haberin Devamı

Sene 1947… Taksim Parkı’ndayız. Geyik heykellerinin arasında şehir orkestrası rutin ‘Çarşamba konserleri’nden birini veriyor. Başka köşede illüzyonist Zati Sungur şaşırtıcı bir şov sergiliyor. Onu izleyenler arasında genç bir kadın ve bakıcılığını yaptığı iki ufak çocuk var... Çocuklardan birinin gözü illüzyonistin sergilediği şovda değil, ihtişamlı pelerinine takılmış durumda… Pelerinden öylesine büyüleniyor ki bakıcı ve ağabeyinin yanlarından ayrıldığını fark etmiyor. Ağlamaya başlıyor, telaş ediyor… Sonunda etraftakilerin çabasıyla bakıcısı ve ağabeyine kavuşuyor. Akşam eve vardığında bugünden geriye aklında yalnız başına geçirdiği korkulu saatler değil; Sungur’un pelerini ve onu bulan hanımın tüylü şapkası, tayyörü, şıklığı kalıyor! Henüz üç yaşında aklı fikri ‘şıklık’ olan bu çocuk ileride Paris’te Givenchy, Jean Patou, Michel Goma gibi isimlerle çalışacak, ardından Türkiye’de ‘haute-couture’ü en iyi temsil eden modacılardan biri olacak, yüzlerce defileye imza atacaktı… Adı İstanbul’un en hoş hanımlarının davet elbiselerinin, gelinliklerinin etiketinde yazılacaktı: ‘Vural Gökçaylı’!

Haberin Devamı

‘Haute couture’ün ekselansı
Vural Gökçaylı ile eski albümleri karıştırdık...

‘BABAMDAN TEK ANIM...’

Ancak, önce İstanbul’da şık hanımların şapka ve tayyörle dolaştığı yıllara dönelim. Vural Gökçaylı, 1943 yılında Moda’da bir köşkte hukukçu bir baba ile ev hanımı bir annenin ikinci çocuğu olarak dünyaya geldi. Ailedeki erkekler ağırlıklı olarak askerdi. Kafkas asıllı bir dedesi Birinci Dünya Savaşı sırasında Malta’ya sürgüne gönderilmiş, üç yıl sonra eve dönebilmişti. Diğer dedesi Doğu Cephesi’nde Ruslarla çarpışmıştı. Babası İkinci Dünya Savaşı seferberliğinde yeniden askere çağrılmıştı. Mühimmat taşıdığı cipin uçuruma yuvarlanmasıyla hayatını kaybetmişti. Bir yaşındaki Vural Gökçaylı ve ağabeyi Vursay yetim büyüdü. Gökçaylı, “Babamdan kalan tek anı tıraş olurken sabun köpüğünü burnuma sürmesiydi… Biz hep baba hasretiyle büyüdük. Bahçede arkadaşlarla oyun oynardık. Akşam herkesin babası eve gelirdi. Biz Vursay’la kalakalırdık…” diye anlatıyor.

Haberin Devamı

‘Haute couture’ün ekselansı
SENE 1946: Gökçaylı ailesi… 

‘KUMAŞLARLA OYNARDIM’

Evin reisi dedesiyle birlikte annesi Nezahat Hanım’dı. Gökçaylı’nın ‘şıklık’ merakı hem annesinden hem de Moda’da, dönemin, tıpkı annesi gibi birbirinden şık hanımlarından esinlenerek başlamış… Gökçaylı anlatıyor: “Annem bize kağıtlar verirdi. Ağabeyim kovboylar, ben elbiseler çizerdim. Dayım çok sinirlenirdi... Kumaşlarla da çok oynardım. Perdeleri keser bebeklere elbiseler yaparmışım. O zamanlar Moda’nın ve o muhitin hanımefendilerinin şıklığı inanılmazdı. En şık modaevleri de İstiklal Caddesi’ndeydi. İstanbullu hanımlar Cemal Bürün, Lütfiye Arıbal, Mualla, Maksut butiklerinden giyinirdi. Beyaz Ruslar vardı ve çok güzel şapka yaparlardı… Beyoğlu’nda ya palto ya tayyör ve mutlaka şapka olurdu. Terbiye de başka türlüydü. Moda’da dedemin yaşlı arkadaşlarına rastladığımızda şapkaları çıkarıp ‘Merhaba küçük bey, dedeniz nasıl?’ diye selam verirlerdi…”

Haberin Devamı

‘KÜT DİYE KAFAMA CETVEL İNDİ!’

Gökçaylı, Moda İlkokulu’nun ardından İtalyan Lisesi’ne başladı. Ancak tasarıma olan ilgisi orada da devam ediyordu: “İtalyan Lisesi’nde hep önde otururdum. Yanımda Ayla Or isimli bir arkadaşım oturuyordu. Bir gün Ayla bir kumaş almış, bana ‘Şuna göre bir şey çiz de, öğleden sonra annemle Beyoğlu’na gideceğiz’ dedi. Birkaç model çizdim. Tam biterken, ‘Küt’ diye kafama cetvel indi! İtalyan hoca Profesör Ottone ‘Sınıftan dışarı çık!’ dedi. Önce ‘Boyuna model çiziyor!’ diye anneme şikayet etti. Sonra baktı olacak gibi değil… Yine çağırdı beni ve ‘Burası Ticaret Lisesi ama senin ticarete kafan işlemez, bankacı falan da olamazsın. Sanatkar çocuksun. Sen İtalya’ya git, tasarım oku’ dedi. Profesör Ottone’nin önerisi evde pek iyi karşılanmadı… Tüm aile askerdi. Ağabeyi Deniz Harp Okulu’na girmişti. Dayısı söylendi… Annesi önce “Profesör saçmalamasın!” dedi. Sonraysa yumuşadı ve Gökçaylı’ya İtalya değil ama Paris yolu açıldı…

Haberin Devamı

‘Haute couture’ün ekselansı
SENE 1970’ler: Arabayı kullanan Rüksan Şerbetçi, yanında manken Suna Selan ile Yeşilköy’deki bir defileye giderken.. 

MÖSYÖ VE MADAM KAPTAN’DAN GIVENCHY’NİN YANINA…

Gökçaylı 19 yaşında İstanbul’dan ayrıldı. Ona Paris’te son ‘Kaptan-ı derya’nın oğlu olan aile dostları Ekrem Kaptan göz kulak olacaktı. Gökçaylı, bir yandan Ecole du Louvre ve Académie des Beaux Arts’da ‘Kostüm ve Moda Tarihi’ eğitimi alırken bir yandan kentin kültürel zenginliklerinin içine girdi. Mösyö ve Madam Kaptan’ın Gökçaylı’nın hayatında bir zorlu bir de iyi dokunuşu olmuş: “Beni sürekli zorla kumarhaneye götürürlerdi! Hiç sevmezdim. Geniş muhitleri vardı. Bir gün bir davette arkadaşları Givenchy ile karşılaştık. Givenchy, ‘Bu delikanlı kim?’ diye sordu. Moda okuduğumu öğrenince ‘A, gelsin benim yanımda staj yapsın!’ dedi. Givenchy bir markiydi ve bütün aristokrasi ondaydı. İngiltere Kralı Edward’ın uğruna tahtı bıraktığı Madam Wallis Simpson, Audrey Hepburn... Onun yanında çok iyi teknik öğrendim.” Bu dönem, yani 1960lar Paris’te de ‘haute couture’un zirve yaptığı dönemlermiş... Gökçaylı, “Givenchy’de iki sene kaldım. Bu dönemde en çok teknik öğrendim” diye devam ediyor: “Daha sonra Jean Patou’nun yanında atölye şefi oldum. Orada büyük koleksiyonlar hazırladık. Amerikalılar çok gelirdi, Jackie Kennedy, Kraliçe Süreyya, Suudi Arabistan prensesleri, kontesler, düşesler... Yves Saint Laurent ve Pierre Cardin de çok popülerdi.” 

Haberin Devamı

‘BİR TAYYÖR 25 BİN FRANGA SATILIRDI...’

‘Haute-couture’ün zirve zamanı 1968 olayları ve sonrasında lüksün ‘hazır giyim’e dönmesiyle son bulmuş… Gökçaylı için de bu Paris günlerinin sonu olmuş. Anlatıyor: “1968 olayları işleri çok etkilemişti. O yaz hiç koleksiyon çıkmadı. Sonra da haute couture durdu. İlk ‘hazır giyim’ koleksiyonu Pierre Cardin yaptı. Onu Dior izledi. Bir tayyörü 25 bin franga satarken hazır giyim ceketler 5 bin franklıktı ve düğmeler üzerinde kocaman logolar vardı. Tüm markaları Amerikalılar ve Suudi Arabistanlı zenginler satın aldı. Başlarına da İngiliz tasarımcılar koydular ve yaptıkları modeller hiç algılayıcı değil. Paris’te bu kültür öldü. Şimdi büyük modaevleri ve markaların hepsi Çin’de atölye açtı. Ürünleri orada diktiriyorlar. Yeni gençlik de hazıra ilgi gösteriyor.”

‘Haute couture’ün ekselansı
SENE 1977: Paris’te bir defilenin hazırlığı...

‘PARİS’TE TÜM MODAEVLERİ TÜRK ÇALIŞTIRMAK İSTERDİ’

Gökçaylı, 1968 olaylarının ardından bir süre Amsterdam’da kaldıktan sonra “O eski Paris yok” diyerek 1970’te İstanbul’a döndü. Rumeli Caddesi’nde atölyesini açtı: Vural Gökçaylı! Peki o dönemin moda ortamları nasıldı? En şık hanımları kimlerdi? Yanıtlıyor: “Chanel’in sağ kolu İbrahim Elmas Paris’ten İstanbul’a dönmüştü. Butiği benim ilerimdeydi. Pierre Cardin’in sağ kolu Aker vardı. Bir dönem Paris’te çok Türk vardı. Tüm modaevleri Türk almak isterdi çünkü tekniği hemen öğrenebiliyoruz. İstanbul’da ‘haute couture’ü bilen hanımların önde gelenleri Mefküre Şerbetçi, Ayşe Beyazıt, Suna Kıraç ve Sevgi Gönül’dü. O zamanlar İstanbullu bir hanımefendiye kumaş gösterdiğinde eliyle tutar ve cinsini hemen anlardı; şifon, ipek…” Gökçaylı, 1970’den bugüne sayısız defile ve koleksiyona imza attı, pek çok ödülün sahibi, Yeditepe Üniversitesi’nde 20 yıla yakın ders vermiş bir moda duayeni… Ona kapıyı açansa Mefkure Şerbetçi olmuş. Şöyle anlatıyor: “Mefkure Şerbetçi çok zengin bir hanımdı. Yeşilköy’de köşkü vardı. Büyük davetler yapardı. Paris’te tanışmıştık, İstanbul’da atölyeme geldi. Vereceği davet için siyah bir tuvalet yaptırdı. Davette bana ‘Sen yanımda dur!’ dedi. Gelenlere, ‘Bakın elbisemi bu genç dikti’ diyerek beni takdim etti. Sağ olsun bütün sosyeteyi bana getirdi.”

‘Haute couture’ün ekselansı
30 Mayıs 1984: Eşim Meral Gökçaylı ile nikâhımızdan…

‘İYİ GİYİNMEK BİR SANATTIR’

Vural Gökçaylı, “İyi giyinmek bir sanattır, kendine saygıdır” diyor: “Moda mutluluktur. Kendinizi daha iyi hissedersiniz ama bu görgüsüzce giyinmek değildir.” En büyük ilham kaynağının Anadolu medeniyetleri olduğunu söylüyor. Mottosu: “Türk motifleriyle çağdaş moda. Dışarıdan kültür bakımından bir şey almaya hiç gerek yoktur... Her şey Türkiye’de var. Pek çok drapemin esin kaynağı Afrodisias’tır. Oraya gider ne modeller çizerdim!”

‘Haute couture’ün ekselansı
SENE 2007: Çağla Şıkel ile bir çekimden...

DOĞRU STİL İÇİN ÜÇ ÖNERİ

Peki iyi giyinmenin sırları nelerdir? Şunları sıralıyor:

1) Bilinçli alışveriş, renk kompozisyonunu dolapta bütünleştirmek lazım. Bir şey satın alırken hep renk uyumuna göre alırım. Mesela bende grinin, beyazın, lacivertin bütün tonları vardır.

2) Kadınlar için, Chanel’in dediği gibi ‘küçük siyah elbise’ mutlaka olmalı. Gündüz üzerine ceket giyip işe gidilir, akşam yemek için yakaya iğne takılır, yüzük takılır. Parisli kadınlarda usul böyledir.

3) İyi giyinmenin sırrı; çok uçmayacaksınız. Neo-klasik olacaksınız. Neo-klasik, iyi bir dikiş, iyi kumaş... 

‘Haute couture’ün ekselansı

‘ATATÜRK DÜNYANIN EN ŞIK İNSANLARINDAN BİRİ’

Gökçaylı anlatıyor: “Paris operasında Hamlet oyunu için kostüm direktörüne asistanlık yapıyordum. Provada siyah pelerin sorun çıkardı. Kostüm direktörü kıyametleri koparıyordu: ‘Pelerin öyle taşınmaz! Konuşma dili vardır!’ diye. Günlerce uğraştık. Kendi kendime, ‘Bunlar niye pelerinle akıllarını bozmuşlar?’ dedim. Sonra televizyonda Atatürk’ü gördüm. Üzerinde pelerinle arabaya bir biniyor! Bir iniyor! Atatürk dünyanın en şık insanlarından birisiydi. Giydikleri hep ölçülü. Mütevazi bir ailedendi ama içinden geliyordu şıklık…”

‘HAUTE COUTURE’ NEDİR?

Gökçaylı yanıtlıyor: “Yüksek dikiş demektir. Normal dikişle arada dağlar kadar fark vardır. ‘Haute couture’da drapeler, işlemeli elbiseler içeriden dikilir. Birebir vücut ölçülerinizle mankenin üzerine matematik hesabıyla dikiş yaparız. Bugün Türkiye’de herkes ‘couture’ yapıyorum diyor. Bu komik...”

BAKMADAN GEÇME!