Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Karabasanları andıran bir sahneyle açılıyor ‘Ayrılmalıydın’ (You Should Have Left). Daha sonra adının Ella olduğunu öğreneceğimiz küçük kız, gece yarısı karanlıkta yatağının başında beliren adama karşı öylesine savunmasız ki ürpermemek elde değil. Bir rüya olsa bile…

        Aslında sahnenin rüya olması değil, rüyayı gören şaşırtıyor bizi. Ella’nın karabasan gördüğünü düşünürken, babası Theo Conroy’un (Kevin Bacon) rüyasında olduğumuzu anlıyoruz. Kızını koruyamama korkusu kadar sanki bir suçluluk duygusu da var rüyada.

        Ertesi gün Theo Conroy hakkında daha çok bilgi ediniyoruz. Emekli ve varlıklı biri Theo. Kendisinden çok daha genç olan sinema oyuncusu Susanna (Amanda Seyfried) ile evli…

        Açılıştaki rüyayı saymazsak filmin ilk bölümü daha çok ‘mutlu aile tablosu’ gibi… Theo’nun, Susanna’yı almak için sete gittiğinde mecburen kulak misafiri olduğu sevişme sahnesi, bir korku-gerilimden ziyade komedi filmini akla getiriyor. Theo sette olup bitenlere biraz bozulsa da yaş farkına rağmen iyi anlaştıklarını, birbirlerini sevdiklerini ve aralarında ciddi bir sorun olmadığını görüyoruz. Ama tatil için gittikleri Galler’in kırsal bölgesindeki o ıssız evde her şey değişmeye başlıyor.

        REKLAM

        Evi ilk gördüğümüzde ses kuşağında beliren müzik, tekinsizliği önceden hissettiriyor zaten. O evde bir şeylerin ters gideceğini ilk geceden, hatta karakterlerden bile önce anlıyoruz. Duvarlardaki hareketli gölgeleri, aynalardaki uyumsuz yansımaları onlardan önce görüyoruz. Hatta Theo’nun aniden ortaya çıkan huysuzluğunu, Susanna’ya olan güvensizliği ve kıskançlığını, evdeki marazi gücün tetiklediğini düşünüyoruz. Evde geçirdikleri ikinci günde yaptıklarından sonra Theo’yla aramızdaki mesafe açılıyor, ona güvenmemeye başlıyoruz. Özellikle geçmişiyle ilgili kafamızda çeşitli sorular beliriyor. Ama Ella’ya sevgisi ve bağlılığı konusunda kafamızda hiç kuşku yok. Kaldı ki, tüm korkularının kökeninde Ella’yı yeterince koruyamama duygusu ve yetersizlik hissi olduğu açık.

        ‘Ayrılmalıydın’, Theo karakteri üzerinden baktığımızda sağlam bir karakter dramı. Ama bir korku gerilim filmi olarak da bence gayet iyi işliyor. Öncelikle, Theo’nun rüya sahnelerinde bu dünyada hiçbir korku filminin kâbuslarımızla rekabet edemeyeceği gerçeğini bir kez daha anlıyoruz. Zaten kâbusların en kötü yanı gerçek olduğunu düşünmemiz değil midir? Theo da bunu en ağır şekilde yaşıyor. Kâbuslarla başa çıkmak için dinlediği ‘kişisel gelişim’ kitaplarının da hiçbir işe yaramayacağı belli aslında.

        ‘Ayrılmalıydın’ alıştığımız tarzda bir tekinsiz ev filmi değil. Güzel yanı da bu zaten… Theo’nun rüyalarıyla ev arasında karanlık ve gizemli bir bağ kuruluyor. Öyle ki rüyalarla evi birbirinden ayırmak belirli bir noktadan sonra imkânsızlaşıyor. Henüz ilk geceden evin içinde farklı zaman boyutları olduğunu fark ediyoruz. Theo ile Susanna arasındaki uyumsuzluk ilk olarak ‘zamanın göreceliği’ sorunuyla başlıyor. İkinci gece ise Theo için rüya ile gerçeklik arasındaki tüm sınırlar belirsizleşiyor. Çünkü gördüğü tüm rüyalar evin farklı yerlerinde geçiyor ve sabah kalktığında uykuyla uyanıklık arasındaki geçişleri artık ayrıştıramadığını fark ediyor.

        Daha kötüsünü ise Susanna’nın kasabaya gitmesiyle yaşamaya başlıyor. Gerçeklik üzerindeki kontrolünü kaybediyor ve yaşadığı her şey uyumadan gördüğü rüyaları andırıyor. ‘Ayrılmalıydın’ın kendine özgü havasını bulduğu çok etkili sahneler bunlar. Yönetmen David Koepp, bu sahnelerde mekânları yanılsama ile gerçeklik arasında geçişken şekilde betimleyen M.C. Escher tablolarından esinleniyor. Son bölümde, evde lineer bir zaman akışı olmadığını, zamanın sürekli eğilip büküldüğünü görüyoruz.

        REKLAM

        David Koepp’in senaryoyu yazarken aklının bir köşesinde Stanley Kubrick’in Stephen King’in kitabından uyarladığı ‘The Shining’ filmi olduğu kesin. O filmde Jack Torrance otelin geçmişiyle karanlık bir bağ kurar ve bir noktadan sonra kendi iradesini kaybeder. Theo Conroy, çok daha başka bir serüven yaşıyor ama evin geçmişiyle ya da ev onun geçmişiyle bir bağ kuruyor. Koepp bir noktadan sonra evle Theo’nun bilinçdışındaki ayrımları belirsizleştiriyor ve bunu tamamen resimler üzerinden, sinema diliyle yapıyor.

        Escher tabloları ve ‘The Shining’den esinlense de ‘Ayrılmalıydın’, asıl olarak ‘tekinsiz ev filmi’ne getirdiği kreatif yorumla kendi kişiliğini buluyor. Ev deyince aklımıza toprağa sağlam şekilde tutunan ve gökyüzüne uzanan sabit ve güvenilir bir yapı gelir aklımıza. Ama filmde karşımıza çıkan büyük ev, değişkenliği ve güvensizliğiyle bildiğimiz ev imgesinin tam tersine dönüşüyor. Zaman ve mekânın sürekli değiştiği, kontrol edemediğiniz, hep aynı yerde duruyor gibi görünse de kendi içinde sürekli ‘hareket halinde’ bir ‘yanılsamalar ve labirent’ evi…

        Yeri gelmişken, çekimlerin Galler’de yapıldığını ve filmde nerdeyse bir karakter gibi kullanılan evin Llanbister bölgesinde bulunduğunu belirtelim. Ünlü İngiliz mimar John Pawson ile yazar ve düşünür Alain de Botton’un iş birliğinin ürünü olan ev, Life House adını taşıyor. Yapımı 2016’da biten bu tatil evini De Botton, ‘modern seküler çağın manastırı’ olarak niteliyor.

        Yönetmen David Koepp, evin dışarıya yansıyan ve tehdit içermeyen sade modernizmini, alacakaranlığın içinde geniş pencerelerden yansıyan ışıklı haliyle huzursuz edici bir imgeye çeviriyor. Ama asıl başarısı evin içindeki minimalizmi ve tuğlalı duvarları, bir tür hapishaneye çevirmesi. ‘Ayrılmalıydın’, evin hikâyedeki kullanımıyla mimari - sinema ilişkilerinde mutlaka akla gelecek bir film…

        Kaldı ki, bilinçdışının eve ya da evin bilinçdışına dönüşmesi filmin en parlak fikri… Korku-gerilim gibi aynı hikâye formatlarını aynı klişeler ve anlatım teknikleriyle sürekli yineleyen bir tür için hayli orijinal bir film ‘Ayrılmalıydın’.

        Büyük bütçeli Hollywood filmlerinin senaryo yazarı olarak tanınan ve arada yönetmenlik de yapan David Koepp’in Daniel Kehlmann’ın aynı isimli romanından uyarladığı ‘Ayrılmalıydın’, son dönemde seyrettiğim en özgün korku gerilim filmlerinden biri. En hoşuma giden yanı ise hem karakter dramı hem de gerilim filmi olmayı başarması…

        Alt metinleri itibarıyla da sağlam bir film. Korkularımızın kaynağında sevdiklerimizi koruma endişesi ve kendimize olan güvensizlik var. En derin ve en büyük korkular ise yüzleşemediklerimiz… Bilinç ise vicdanı olan insan için ömür boyu çıkmayacağı bir hapishaneden farksız…

        Kevin Bacon ve Amanda Seyfried’in özenli oyunculuklarıyla öne çıkan ‘Ayrılmalıydın’ı korku filmi meraklıları kaçırmasın. Sinema salonları için çekilen ama pandemi nedeniyle ABD’de çevrimiçi olarak, ‘öde ve izle sistemi’yle gösterime giren 2020 yapımı filmi şimdi BeinConnect’te izleyebilirsiniz.

        7/10

        Diğer Yazılar