YAZARLAR

İşte bir sabah…

Kapıda kendi aralarında konuşan öğrenciler de sustu gibi geldi bana, kızlı erkekli. Akordeoncu nazikçe kenara çekildi. Üç kişi fırladı Üniversite kapısından, hepsi maskeliydi ama biri kızdı kesin.

Tam merkezdeydi ev ama günün gürültüsü tırmanamıyordu çatı katına. Makineli bir mekanizma ile çalışan iki tepe penceresi vardı. Uzaktan kumandayla derinden gelen zincir sesleriyle açılıp kapanıyordu. Her seferinde açılmayacak ya da kapanmayacak diye endişeleniyordum. Pencere dediğin itilir, çekilir bir şeydir bence. Ne öyle uzaktan kumandanlar filan, Japonlar icat etmiştir mutlaka. Manzarası güzeldi ama pencerelerin, rüzgara bağlı hızla veya süzülerek geçen bulutlar, güneş parlak ve ay ışığı denk geldiğinde işte…

Altı kat inince, Napoli’nin merkezine iniliyordu. Kapıdan çıkar çıkmaz insanlar karşılıyordu. Birbirine çarparak ama neşeli yürüyen bir kalabalık vardı.  Onları yararak geçmeye çalışan birkaç scooter motor, oluyordu mutlaka, küçük tekerlekli, arkalarında mutlaka bir sepet, sepetten dışarı burnunu uzatmış bir baget ekmek, sarkan bir demet maydanoz ve taze soğan filan. Size garip gelebilir ama neşelendiriyordu insanı bu karmaşa. Kentin merkezinden henüz kovulmamıştı insanlar. Bazılarının yarısı yırtılmış, anarşist afişler aslıydı duvarlarda, bıçak bileyen bir yaşlı adam köşe başında, ayağı ile basarak çeviriyordu bileme taşını ve uzun, ince, her boydan çivileri vitrinde nalburlar…

-Onların bile fotoğrafını çekiyordu turistler, üstelik Japon da değillerdi.-

Bir küçük meydana açılıyordu sokak. İki cafe vardı meydanda, sandalyeleri sokaklara sarkmış, ekspresso içiyordu insanlar daha çok, hâlâ kağıt gazete okuyanlar vardı, kahve lekeli sayfaları. Bir banka, nedense kepenkleri kapalıydı hafta içi. Akordeon çalıyordu bir genç adam, üniversitenin basamaklarında. Hukuk fakültesiydi galiba. Keyifliydi orada olmaktan adam, akordeon ve biz…

Sonra bir an sustu. Kapıda kendi aralarında konuşan öğrenciler de sustu gibi geldi bana, kızlı erkekli. Akordeoncu nazikçe kenara çekildi. Üç kişi fırladı Üniversite kapısından, hepsi maskeliydi ama biri kızdı kesin. Ellerindeki Molotofları bankaya fırlattılar. Kepenklere çarpıp, patladı Molotof. Hava çok güneşliydi ama yine parladı havada ateş. Sonra yine koşarak, üniversite kapısından girip, sahneden çıktı Molotofçular. Onların koşarak geçtikleri yere döndü Akordeoncu. Yeniden çalmaya başladı ve yine saçlarını akordeonla birlikte sallayarak. Çirkin kıyafetleri ile Jandarmalar geldi. Telsizleriyle amirlerine bir şeyler söylediler, kesin daha çirkindi amirlerin kıyafetleri…

- ‘Bankaların nasıl dünyadaki en zengin, en güçlü kurumlar haline geldiğini öğrenmek istiyorsanız bir gün borca girin’ diyordu 1980’lerde, bir İngiliz finans kurumunun reklamında*-

Akordeoncu ‘Bella çav’ çalıyordu. Bankanın önü hala yanıyordu...

*Saatler- Simon Garfield…


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...