Sancılı günler geçiriyoruz; acının, hüznün, tedirginliğin ve umudun birbirine karıştığı günlerden…

Kudüs’ten yükselen alevler, ateş çemberiyle boğuşan   Gazze, Doğu Türkistan’daki zulüm  çığlıkları, titretiyor kalbimizi.

Merhametin ve vicdanın hiçe sayılışını seyrediyoruz. Diğer yanda kaybettiğimiz yakınlarımızın acısı, belirsizlikler ve nereye gidiyoruz sorusu?

Uzun zamandır bloke olmuş bir yaşam çizgisinde kafalar karışık da olsa da, tek bir noktada hemfikiriz: Kültür dünyamız, yenidünya düzeni içinde yutulup, yok olmaya devam etmekte. Yozlaştırılıyoruz!  Ve anlıyoruz ki,   acının ve umudun tonu içimizde hep aynı kalacak.

Bizim umut yolculuğumuzda;  Sevr mağarası, Ebabil Kuşları, gökyüzü penceresi Mescid-i Aksa, Fatih ve hocası Akşemseddin  duaya kalkan elleri var…

Köklere dönüş aşkımızı, umudumuzu yaşatmak istiyorsak; adalet, merhamet, vicdan ve helal lokma ile örülü, erdemli Müslüman oluş çizgisini hal divanına taşımalıyız…

 Aslımızdan kopmak bizi yabancılaştırıyor, yalnızlaştırıyor, eksiltiyor;  bir o kadar da asi kılıyor…  Zaman zaman da soruyoruz kendimize, ‘ bize ne oluyor diye.’  

Sarsılmak arayışa sürükler insanı. Aslında bu hal içimizdeki umudun filizlenme sanıcısı. Hayal kırıklıkları, yenilgiler, düşüşler toparlar insanı.

Avrupa sevdası ile Müslüman olmanın ezikliği aşılandı bu nesle. Batının gücü sanatla, medyayla, sloganlarla empoze edildi halka. Sömürgeci, ayrımcı, küçümseyici bu batı, adeta bir kurtuluş gezegeni gibi görüldü.

Geleneklerden,  örf ve adetlerinden, dini yaşantıdan ödün vermeyi ‘çağdaşlık’ olarak tanımladık. Batı kisvesine bürünmüş sözde Müslümanlar, kendimiz olmayı değil, taklitçi olmaya davet etti bizi.

Başka kültürlere uşaklık yapmaya da, medeniyet denildi.

Hedonist yaşamla beslenenler,   İslam kültürünün içi boşaltılmak için kullandı imkânlarını… Kur’an bir tarih serüveni olarak yorumlanmalı, birey kendi içinde dinini yaşamalı diyerek silindi kültürel motiflerimiz.

Modernizm adı altında kapitalizmle eziliş fark edildiğinde, umutta toparlanış doğdu.

Bir uçta pembe, mavi odalarda uyuyan çocuklar,  diğer uçta açlıktan ölen, giyecek kıyafeti olmayan evsiz çocuklar…  Bir yanda son teknoloji, diğer yanda ekmek kavgası. Çağ değişiyor, yenilik yaşanıyor ama ezilenler ve ezenler hep aynı kalıyor…

Dijital çağ insanı, batının sosyal yaşamını internet dünyasıyla yakinen tanımış oldu. Tarihe gömülmüş yanlışlarla yüzleşildi ve acının coğrafyasında kalbi birlik başladı.

Pandemi süreci çok şeyi görmememize neden oldu. Kendimizi sorgulamaya başladık. Şehrin beton duvarlarında, kâbus gibi bir hayat yaşadığımızın da farkına vardık nihayet.

‘Bu zincirleri ne zaman kıracağız, kendi kendimize vurduğumuz zincirleri’  diyerek seslenmişti oysa Cemil Meriç.

Umut öldüğünde insan kararsız, güvensiz, ne yapacağını bilmeyen birine dönüşür. Her şey manasını yitirir, tutunacak ışık kalmaz içinde.

Umut davasını omuzlayanlar, kendinden emindir. Evlere hapsolduğumuz, sosyal yaşantımızın oldukça sınırlandığı pandemi sürecinde; buruk geçirmekte olduğumuz bu bayramda değerlerimizle kaynaşmayı, yitirdiğimiz şeylerde dirilmeyi fısıldayalım kendimize…

Bugünün penceresine şöyle sesleniyor Edip Cansever: Nedensiz bir çocuk ağlaması bile çok sonraki bir gülüşün başlangıcıdır.’ Kalbinize emanetsiniz..