Siyonistler, Amerika’nın iktisadî ve politik desteğiyle Filistin topraklarındaki terör eylemlerine, katliamlarına devam ediyor. İran Şiası ve -İngilizlerce devletleştirilen- Vehhabî kabileleriyle kapalı kapılar ardında cilveleştiklerini zaten biliyoruz.

70 yıldır işgal sahalarını genişletiyorlar. İnsanların evlerini, mallarını, hayatlarını gasp ediyorlar. Nefes alıp verir gibi bebek öldürüyorlar. Mevzu tavşanlar, kuğular, sokak köpekleri olmadığı için aydın geçinen popüler figürler suskun tabii…

Devlet aleyhine propaganda yapamayacakları gerçek zulümleri görmezden geliyorlar. Mesele Müslümanlar oldu mu insan olmaklığı dahi unutuyorlar. Neyse ki bugün sütunumu böyle şerefsizlerin pislikleriyle kirletmeyeceğim. Konumuza dönelim…

On yıllardır füzelere karşı sapan taşlarıyla savaştırıldık. Nadiren attığımız füzelerin yönetimi de ya Yahudilerin yahut Şiilerin kontrolündeydi. Fakat bu sefer başka… Uzun zamandır bu çapta bir kontra atak gerçekleştirmemiştik…

Ben bu satırları yazarken Filistinli kardeşlerimiz muazzam bir kaosun içinde direniyorlar.

Siyonist terör örgütü ise Gazze’yi daha hırçın bombalıyor!.. Netice ne olur bilemiyoruz. Fakat şunu iyi biliyoruz: İsrail sözde devleti hak ettiğini bir gün elbet bulacak. Buna şüphe yok. Keşke biz de ahlanıp vahlandığımız kadar Kudüs’ü bu hale getiren dinamikleri doğru okuyabilsek.

Mesela Osmanlı'nın Kudüs'teki nüfuzunu, Osmanlı'yı yıkan komitacı çetelerin o müthiş vizyonsuzluklarını anlayabilsek...

Zira Orta Doğu etiketi basılan öz topraklarımızı hakkıyla analiz edebilmek zor. Resmî ideolojiyle çatışmadan, sahte kahramanlara dokunmadan, İngiliz mahsulü ithal İslamcı yobazlıklara sataşmadan hakikate ulaşmak güç.

Bakın, bir insanın ehlisünnet itikadını doğru öğrenebilmesi dahi multidisipliner zihin işleyişini pozitif etkiler.

Tarihi vakalar arası sosyo-politik ilişkileri, bu ilişkilerin dini idrak biçimleriyle bağlantısını, bu bağlantıların lokal kişi ve müesseselerde nasıl manipüle edildiğini; inancına ithal lekeler bulaşmamış biri daha çabuk sezer.

Bu mevzuya daha önce ayrıntılı değindim. Salt mazlum edebiyatıyla Kudüs ve diğer kutsal mekanlarımızda kökleşmiş krizleri çözemeyiz. Bu ümmetin evlatlarının, nasıl bir cehalet ve ihanetle Anglosakson Siyonizmine ve İtalyan mason localarına peşkeş çekildiğini anlayamadan dünyada ne olup bittiğini anlayamayız…

‘’Orta Doğu’’da İngiliz ajanlarıyla virüs gibi yayılan mezhepsizliğin; son 150 yılda nelere mal olduğunu, kitleleri nasıl bir saflığa ittiğini, halkları nasıl orantısız güce maruz bıraktığını kavramadan hiçbir şeyi kavrayamayız…

Slogan, şiir vs. romantik hareketler elbette olacak. Bunlar dava şuurunun estetik birer unsuru. Fakat fiilen Kudüs’te cihad edemiyorsak, slogan kültürünü aşmamız, düşünce ufkumuza kuşatıcı bir perspektif katmamız lazım.

Zira bu derinliği kazanmak, dünden bugüne Kenan topraklarında ve ötesinde olup biten her şeyin iç sebeplerini bize açacak.

Müslümanların zulme ve katliama uğradığı, fizikî ve ruhî cephelerden işgal edildiği, iman ve ahlâkının tahrif edildiği her bölgede; nelerin tezgâhlandığını ve bu tezgâhları berhava edecek kalıcı sonuçların neden üretilemediğini ifşa edecek.

Ve tüm bu keşif süreci bizi daha bilinçli, daha güçlü, daha basiretli ve daha etkili kılacak...

Nitekim Kudüs’ü, politikacı koltuklarından yükselen vaazlardan ziyade, Müslümanların Müslümanca düşünüp Müslümanca yaşaması kurtaracaktır.

Bütün pütürlerinden arınmış bir Müslümanlık şuurunu ümmet planına yayabilirsek; zaten bizim olan Kudüs, “yeniden ve daha çok” bizim olacaktır. Gaye Hak oldu mu, zafer muhakkaktır.