Ömrümün yaklaşık son 20 yılı, bir çocuğun varlığında tutuyorum hayat çetelemi…

Bildiğim nem varsa arınmak diliyorum meselâ…

Sadece saflaşabilmek için…

Yeniden başlayabilmek için…

Hatalarımdan ricat etmek, hileye, hurdaya ardımı dönebilmek, çok bilmişliklerimden vazgeçebilmek için…

Ne kadar çok seyre dalarsam çocuk gözlerin ardında saklı masumiyet aynasında kendimi, o kadar büyüyor onlara dair hedeflerim.

O kadar artıyor gönlümün kederi.

O denli sancılanıyor kalbim.

Hepimiz gibi…

Gülüşleri çalınacak, şen kahkahaları hayattan silinecek, neşeleri kedere evrilecek, özgürlüğü ellerinden alınıp hunharca bir bencillikle yönetilecekler diye kıvranıp duruyor aklım. Hepimiz gibi…

Habersiz oldukları iki şeyin derdine düşüyorum: Bir, görünmez “izm”lerden mülhem idam sehpalarının kurulduğundan bihaber oluşlarından, bir de yaşıyorum zannettikleri hâlde ruhlarının bu sehpalarda görünmez eller, büyülü barış şarkılarıyla öldürüleceğinden… Hepimiz gibi…

Böylesi endişeler düşünce tutuşur gecelerim…

Bir yangın yeri olur bulunduğum yer.

Uykularım çeker gider ve ben kelimelerden ibaret servetimle masallar yazarım çocuklara… Hepimiz gibi

Sorular üşüşür aklıma da, soru işaretlerinin çengelleri ile asılırım hayatın tam kalbine.

Hangi çocuğu görsem, hangi renk göze baksam saklı bir korku dolanır aklımın koridorlarında daima…  “Yaban diyarların adetleriyle bozulmadan, aslından uzaklaşmadan, kendine zulmedilmesine fırsat tanımadan, haklarının elinden alınmasına izin vermeden, dilsizleşmeden, dinsizleşmeden, nasıl varlığını koruyarak büyür de, şu cennet vatana nasıl hayrı dokunur bu yavrucağın?” sorusu hiç terk etmez zihnimi.  Hepimiz gibi…

En çok da hayat prospektüsü hükmündeki ulvi kaynaklarından koparılmasından ürkerim. Çünkü, yaratılış kodlarına en uygun şifadan uzak kalmak hastalıklı bir hayat armağan edecektir yavrularımıza, iyi bilirim…

Hangi iyi mekânlarda, nasıl iyi şartlarda, ne gibi yüksek kariyerlerle hayatın içinden akarsa aksın, ruhunu öldürenler, asli dilini unutturanlar sayesinde mes’ud olunmayacağına da kalben kaniyim.

İşte bundandır ki, “Yavrularımızı ne ile besler, ne ile büyütürüz? Hangi dil ile dillendiririz de, asli kodlarından uzaklaşmadan, ruhu boşluklara düşmeden, sahip olduğu değerleri israf etmeden saadet merkezli bir hayatın kahramanları olurlar?” sorusuna cevap ararken bulalım hepimiz kendimizi... Tıpkı, bütün yavruları aynı hissiyatla seyredişimiz gibi…

Anne, baba, ağabey, öğretmen, duyarlı vatandaş, mü’min bir kul olma mesûliyetini kuşanıp, çocuklarımızın kalbî sevinçlerine, aklî çelişkilerine, ruhî dengelerine, maddî-manevî değerlerimizle cevaplar hazırlayalım.

Geleceğin inşâsında, medeniyet tasavvurumuzda etkin rol üstlenecek; figüranca değil, imanlıca, kahramanca vatan sevdasına, milletin inkişâfına gönül verecek olan çocuklarımız için bitip tükenmeyecek bir gayretle hep birlikte dertlenelim.

Derdimize derman olan Kitabımızdan öneriler devşirelim. Ama ilkin, bizler ruhumuzun masumiyet dili ile yeniden dillenelim ki aynı dilden konuşarak açılan mesafelerin üstesinden gelelim.

Biliyorum, inanıyorum o vakit anlayacaklar bizi.

Yavrularımızla aynı dili konuştukça kapanacak tüm mesafeler.

Koparılmaya çalışılan bağları, “kuşaklar arası çatışma varyasyonlarını”, “jenerasyon farkı” masallarını imha edip bize bağışlanmış, bize en çok yakışan masumiyet dili ile dillenelim…

Bizler orijinal kodlarımıza dönelim, çocuklar yorgun düştükleri yaşlarından büyük üslup edinme enerjilerini anlamak, anlaşmak için kullansın.

(Devam edecek…)