İnsanlar gibi, tabiat gibi evler de her sabah yeniden uyanır, her uyanış dünyaya yeniden gelmek gibidir. İnsanın uyanışı da öyle değil mi? Evet işlerimiz vardır, okul vardır, saat çalacaktır, yola çıkılacaktır, sisteme de sermaye düzenine de bu çarka da surat asmak hakkımızdır! Değiştirmek daha da hakkımızdır!

Sabah şekersizi

Sabah şekerleri. Güzel isimmiş. Bu adla bir televizyon programı vardı sanırım, belki de sabah kadın kuşağı programlarının tümü böyle anılıyordu. Gülüp geçilen şeylerin sonradan bakınca güzel gelmesi. Hayat bayram olmuyor, sabah da şeker olmuyor işte! Hiç önemi yokmuş gibi görünen ama zamanla her şeyden önemli hale gelen bazı anların yokluğu. Hayatımızdan sessizce çekilen, ellerimizden usulca kayıp giden, günlerimizden “bak bir varmış bir yokmuş” çaresizliğiyle eksilen. Ufacık gibi gözükmekle kalmayıp aslında ufacık da olan, ama gün geçtikçe büyüyen büyüyen büyüyen ve sonunda günün kendisi olan, onun yerine geçen. Sabah şeker olmazsa, günün de tadı olmuyor işte! Olmaz.

Adab-ı muaşeret gibi sabah-ı muaşeret gerekli hepimize. Bak hepimize diyorum, yanlış anlamayın, sözüm size sanmayın. Biz hepimiz, yani sabaha çıkanlar, felekten mi günden mi her neyse bir sabah daha çalanlar yani, yalnız biz değiliz uyanan, yanımızdaki uyanıyor hemen yanı başımızdaki, sonra onun yanındaki, derken sabah yüzden yüze bir sevinçle, iyilikle gezinmeye başlıyor evimizde, komşumuzda, sokağımızda, ülkemizde, yeri göğü sabah mutluluğu tutuyor evrende.

Sabah insanın aynasıdır. İnsan sabaha bakar uyanınca, kendine sabahta bakar, yüzüne bakar. Sabahsız olmaz, Hem sabah ne içindir? Uyanışa, yeniden doğuşa, gelen güne teşekkür etmek içindir bir, görmek görüşmek, gülmek gülüşmek içindir iki, ‘dünya bi imtaan’ dedikleri günlük sınav içindir üçç. Sınav dediysem, küçük bir test gibi, hatta tek soruluk bir şey. Soru değişebilir her sabah ama yanıt değişmez: Hadi gülümse!

Avrupalara, Amerikalara gidip gelenlerimiz, Alamanyalar, Fransalar, Hollandalarda çalışanlarımız oraların medeniyetinden bahsederken, gâvur ama pek güler yüzlü olduklarından, yolda, durakta, yürürken herkesin birbirine selam verdiğinden, otobüste, tramvayda sürücünün her binene hoş geldin deyip, nasılsınız diye sorduğundan filan dem vururlar. Ee sabah-ı şerifiniz hayrolsun efendim, sizin neyiniz eksik, siz niye yapmıyorsunuz, ayıp mı günah mı utanıyor musunuz yoksa şarkıdaki gibi “hiç tanımadığınız bir erkek size merhaba der”se, bir gören duyar olur diye mi korkuyorsunuz?

Korkmayın yahu bir şey olmaz. Asıl merhaba demezse, gülümsemezse, yobaz kavmi gibi kadın görünce şeytan görmüşe dönüp o karanlık dolu kafasını çevirirse, bir karış suratla yanınızdan küfür gibi geçip giderse, işte dedim bile, ‘küfür’ sayılır bu. Haram olan da budur. Gülümsememektir.

Kimseye ders vermeye yetkim de yok, hakkım da, niyetim de, ama zaman zaman aklıma, keşke olsa şöyle şahane olur diyeceğim dersler de geliyor. İlkinden daha önce de söz etmiştim, ortaokuldan başlayarak liseyi bitirinceye dek, her yıl Sait Faik dersi koymak her sınıfa. Hoşgörülü, kalender, açık, dayanışmacı, doğayı, hayvanları seven, ırkçı ve gerici olmayan, anlayışlı, değer bilen, kentini koruyan, itiraz eden, tarikatlara, dinci vakıflara ‘hoooop bi dakka, noluyo, hadi ordan be, biz genciz, kafamız aydınlık bizim, siz kim oluyorsunuz?’ diyen, yalnızca kendi hakkını değil arkadaşının da hakkını arayan gençlerin yetişmesinde büyük katkısı olur Çakır’ın, masmavi bir ders olur. Zorunlu ya da seçimlik değil, gönüllü bir ders, gönül dersi olur.

Şimdiki önerimse sabah dersi. Okullarda da olur, televizyonlarda da. Gece uyumak ve bunun için bir barınağa sahip olmak nasıl insan hakkıysa, sabah uyanınca da doğaya, insana yakışır bir biçimde davranmak, başkalarının sabahını ve gününü zehir etmemek de bir sorumluluktur ve başka insanların haklarına saygı, sevgi, hattaaaaa güleryüz göstermektir!

Gülümseyin çekiyorum! Hakkaten gülümseyin, ‘sen gülmezsen/ben gülmezsem/biz gülmezsek/nasıl çıkar insan sabaha?’ deyip ‘Şair’i de biraz gülümsetebilir miyiz acaba? O gülen bir Şair gerçi, gülerek bakmış hep dünyaya, insana, güne. Gülmüş de güldürmüş de ne güzel!

Hayat zor, dünya da öyle, insan da. Sabah da zor. Yıllar önce hissetmiştim bunu ve şöyle yazmıştım: “Sabah zordur/şiirden de zor”. Buna inanıyorum, çünkü yaşıyorum. Giderek zor oldu. Yazdıysam tekrar olacak ama kısacık, caz müzisyeni, klarnetçi Oğuz Büyükberber’in sanıyorum, “Sabah ne güzel üstelik her gün var!” Belki bir 10 yıl var ki hemen her sabah söylüyorum bunu. Günaydın gibi, sabah-ı şerifler gibi. Cemal Süreya’nın kahvaltıyı ana öğünlerden daha kıymetli kılan “Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem ama/Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı” dizeleri gibi.

Sabahın da mutlulukla bir ilgisi olmalı.

Sabah Şekerleri kavramını bu yüzden seviyorum. Şen Bahriyeliler gibi, yandan çarklı Ada Vapuru gibi, Nükhet Duru’nun sesindeki “Mahmure” gibi: “Rastık çekerek Mahmure, yastık dikerek Mahmure/Yaşar yuvada kuş gibi, sek sek sekerek Mahmure.” Diyeceğim sabah devrimi şart, Emma Goldman “dans edemeyeceksem bu benim devrimim değildir” diyordu, sabahları gülmeyeceğim bu yaşam da benim değildir demeli öyleyse!

Sabah şekersizi. Bunu da ben uydurdum diyemem, hayat böyle buyurdu. Sabahın zor, insanın sabahtan da zor olduğunu bilmeme ya da bilmezden gelme hali. Dünyanın en zor işi insanın kendisine katlanması olmalı. Bir de kendine şekersiz olanın halini düşünün, başkasına da ‘datsız’ gelir!

İnsanlar gibi, tabiat gibi evler de her sabah yeniden uyanır, her uyanış dünyaya yeniden gelmek gibidir. İnsanın uyanışı da öyle değil mi? Evet işlerimiz vardır, okul vardır, saat çalacaktır, yola çıkılacaktır, sisteme de sermaye düzenine de bu çarka da surat asmak hakkımızdır! Değiştirmek daha da hakkımızdır!

Bizse bunu yapmak yerine, evlerimize, odalarımıza, evimizdekilere asarız yüzümüzü. Sanki bu dünyaya gelmemiz, sistemin çarkları arasında ezilmemiz, sabahın erinde yollara düşmemiz onların yüzündenmiş gibi! Günaydınsız, şekersiz, sabahsız bir güne başlamak. İnsanın insana yaptığı en kaba davranışlar arasındadır bence ve zulüm sayılır. Çünkü tekrarlanır, alışkanlık halini alır, sonra istesen de gün aydın olmaz şeker!

Çok güzel bir türküdür ve Barış Manço’nun da en ‘tatlı’ parçalarındandır: “Sabahın yemişi bir tane vişne/gidirem gelirem ardıma düşme ay oğlan!” Sözlerin tümünü biliyorum, bayıla bayıla da söylerim ama yerim dar, şimdi olmaz, dizelerini biraz değiştirdim: “Sabahın şekeri biraz güleryüz/gül de biraz ne kendini ne dünyayı üz!”

“Sen de amma takıksın yahu” diyebilirsiniz, “dünya ne halde, salgından milyonlarca insan öldü, milletin işsizlikten ağzını bıçak açmıyor, sen kalkmış sabahları gülün diyorsun, güler misin güldürür müsün be adam? Ya memleketin hali, onu yazacağına, sabahtan, şekerden, güler yüzden dem vuruyorsun, tuzun mu kuru yoksa kafan mı iyi?” İşte burada duruyorum ve söyleyecek hiçbir şey bulamıyorum. Haklısınız. Bunlar hepimizin derdi, ortak kaygımız. Ortak kavgamız ama sabahları birbirimize zindan etmekle çözülmüyor, daha da kötüleşiyor bence!

Sabah düşmanımız değildir, bir meydan savaşı değildir, güneşin doğum yeridir. Sabah, anamızdır. Sabahı da pazartesine benzettik! Her gün pazartesiymiş gibi uyanmak ve günü öyle yaşamak! İnsanın kendi sanrılarından, korkularından yarattığı şu engellere bak, kendine ve başkasına yaşattığı cehenneme bak! Memlekete bakınca cehennemin nerede olduğundan kuşkulanıyorum, öbür tarafta diye biliyorduk ama sanırım bu tarafa geldi! Dünyanın sabah yaratıldığı rivayet edilir ama şimdi bakınca dünya değil, cehennem yaratılmış sabah. Cehennemi önce yaratmış olabilir mi Tanrı, dünyadan önce? Onun adına yapılan kötülüklerden, işlenen cinayetlerden, kadınlara, genç kızlara yönelik eziyetlerden, baskılardan yeterince mutsuz durumdayız zaten, Tanrı da cehennemi önce yaratarak kötülük yapmış olabilir mi kullarına? Yapmamıştır, kulları birbirine bu kadar kıyarken bir de o kıymaz bize!

Sabah hepimizin yurdu, gözümüzü ilk açtığımız yer, çocukluğumuzun her gün yeniden kurulduğu yer. Kendi dertlerimizi bir an için unutup, insanlara, hayata, tabiata açılacağımız, tatlılıkla, iyilikle, güzellikle sevinci çoğaltacağımız, paylaşacağımız bir yer, gök. İnsanın insana uzun cehenneminde, bari sabahı koruyalım kendimizden, yüzünü güldüremiyorsak bile mahkeme duvarına çevirmeyelim onu da!