|
Medeniyetin sütunları: Celâl, Cemâl ve Kemâl yolculukları

İstanbul durdu, tarih durdu; ruh çekildi dünyadan; zulüm, sömürü, yıkım tarih yapmanın, hegemonya kurmanın kuralı oldu...

İstanbul’un tarihten çekilişi, sadece Müslümanlara değil, insanlığa pahalıya maloldu.

TEVHİD’İ TERENNÜM EDER İSTANBUL...

İstanbul, Mekke ile Medine’den süt emmişti.

Mekke ve Medine, dünya gözüyle gördüğümüz ve yaşadığımız şehirler değildir sadece. Mekke ve Medine, peygamberî nefesle hakikatin sesi, soluğu oldu; dünyaya adaletin, hakkaniyetin, merhametin ilkelerini ve en güzel örneklerini sundu.

Mekke ve Medine, Sünnet-i Seniyye demekti. Mekke ve Medine bizatihî âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz’in (sav) kendisiydi.

Medeniyetin iki kurucu sütunu, Hakikatin iki kurucu ilkesi, hem Hz. Peygamber’de tezahür etmiş hem de Sünnet-i Seniyye’de tecelli etmişti: Mekke, tenzihî boyut, aşkın olana açılma. Medine, teşbihî boyut, içkin olana aşkın olanın ruhunu nakşetme.

Mekke ile Medine arasındaki med-cezir, gidiş-geliş, alış-veriş, akış-bakış bizi tevhide götürür. Mekke ve Medine’den süt emen bütün şehirler, tevhid’i terennüm ederler.

İstanbul, işte böyle ulvî bir yer.

Bu yazıya böyle giriş yapmış oldum. Allah’ın isim ve sıfatları üzerinden bir şehir felsefesi, bir medeniyet felsefesi, bir tarih felsefesi yapmak... Dolayısıyla tarihe ve hayata, kısa ama kışkırtıcı, kanatlandırıcı bir dille Allah’ın isimleri ve sıfatları üzerinden b/akmak... Pek yapılmayan bir şeyi yapmak... Burada daha önce bu tür metinler yazdım, bu da onlara ilave olsun...

TARİHE VE HAYATA, ALLAH’IN SIFATLARI VE İSİMLERİ ÜZERİNDEN B/AKMAK...

İsmail Bursevî Hazretleri, şehirleri, Allah’ın (cc) Esmâü’l-Hüsnâ’sı üzerinden okur ve muazzam bir şehirler topoğrayası yapar; şehirlerin, öncelikle “ruh fotoğrafları” üzerinden -kelimenin tam anlamıyla- bir şehir felsefesi, oradan da bir tarih felsefesi çıkarır.

Bendeniz de bu yazıda böylesi bir şehir felsefesi, dolayısıyla tarih felsefesi yapmamızı mümkün kılan temelleri sunacak Allah Teâlâ’nın Celâl ve Cemâl sıfatları ekseninde, kışkırtıcı, zihin açıcı bir tarih felsefesi için yol haritası olabilecek özlü bir çaba ortaya koymak niyetindeyim.

Allah’ın sıfatları ve isimleri insanda ve kâinatta değişik şekillerde tezahür ve tecellî eder. Ama Allah’ın hem sıfatları hem de isimleri insanda topyekûn tecellî eder; ancak insan bunu farkedemez çoğu zaman.

Allah’ın sıfatları ve isimleri meselesi, esas itibariyle akîdenin konusudur ama kelâmın, fıkhın, “felsefe”nin, fiziğin, metafiziğin, sanatın, tarihin, velhâsıl bütün ilimlerin hem konularını, hem konumlarını hem de konuşma biçimlerini belirler.

AKÎDE, SÂBİTELERİ BELİRLER, DEĞİŞKENLERE DİRİLTİCİ RUH ÜFLER...

Şunu söylemiş oluyorum: Akîde, Müslümanlar için sadece bir inanç meselesi değildir; aynı zamanda, hayatın bütün alanlarına yayılan, hayatın bütün alanlarını ve meselelerini anlamaya ve anlamlandırmaya imkân tanıyan bir biliş/ilim, oluş/irfan ve “varoluş”/hikmet meselesidir.

Akîde’nin konumu, konusu ve konuşması, bütün alanlarda/n görülür, işitilir ve hayata geçirilir.

Başka hiçbir inanç veya felsefe sisteminde akîde’nin böylesine hem enlemesine hem boylamasana hayatın her alanına nüfûz eden bir yeri yoktur.

Âkîde, sâbiteleri belirler; bütün diğer ilimler ve faaliyetler de değişkenlere sâbiteler ışığında ruh üfler... Böylelikle değişkenlerin sâbite konumuna yükseltilmesi, insanın yerini ve konumunu şaşırmaması sağlanır, her hâl ve şartta insanlığın önünün açılması mümkün hâle gelir.

MEDENİYET, CELAL, CEMAL VE KEMAL SIFATLARININ TEZAHÜRÜDÜR

İslâm, doğumundan yarım asır geçmeden Doğu’da Çin’e, Batı’da İspanya’ya kadar uzandı. Tarih felsefecileri İslâm’ın bu kadar kısa bir süre içinde dünyanın neredeyse en ücrâ köşelerine kadar ‘şimşek hızı’yla yayılmasına dikkat çekerler ve bunu izah etmekte güçlük çektiklerini açıkça itiraf ederler.

İslâm’ın kısa sürede bu kadar hızlı bir şekilde yayılmasının sırrı, öncelikle sâbitelerinin muhkem, sarsılmaz olmasında ve insanlığın varoluşsal sorunlarını, insanı sarıp sarmalayan ölçekte aynı anda hem sade hem de derûnî bir şekilde izah edebilme husûsiyeti sergilemesinde gizli.

Allah Teala’nın Celâl ve Cemâl sıfatları, insanın biliş, oluş ve varoluş yolculuğunun iki ana eksenini oluşturur.

Celâl sıfatıyla, Allah’ın ‘azamet’i tecellî eder, Cemâl sıfatıyla ‘rahmet’i.

Medeniyet, Mekke ve Medine süreçlerinin hasılasıdır.

Mekke sürecinde Celâl sıfatı, Medine sürecinde de Cemâl sıfatı öne çıkmıştır. Medeniyet süreci ise Kemâl noktasına İstanbul’da ulaşmış, hakikat ve merhamet, sulh ve selâmet kâmil anlamda bütün insanlığa sunulmuştur.

İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri, İstanbul’un Allah’ın (cc) “el-cami’” ism-i şerifinin mazhargâhı olduğunu söyler. El-Cami’, yani toplayan, toparlayan, kucaklayan, kol kanat geren, koruyan kollayan...

O İstanbul, bugün sizlere ömür!

Ancak Ayasofya Camii nasıl aslına rücû ettiyse, İstanbul da bir gün kendini bilecek, kendini bulacak, kendi olacak ve kendinden geçerek bütün insanlığa adaletin, merhametin ve hakkaniyetin hükümran olacağı bir dünya sunacak inşallah bir kez daha.

Tek şartla: Biz, İstanbul’a sahip çıkarsak, İstanbul’a sahip çıkacak öncü kuşakları, yeni Sinan’ları, yeni Itrîleri, yeni Akşemsettin’leri, İstanbul’u kanatlandıracak bir ilim, irfan ve hikmet tohumlarını ekecek âlim, ârif ve hakîmler yetiştirecek Davud el-Kayserīler çıkarabilirsek...

Çıkaracağız ve gelecek yüzyıllarda geçmiştekinden daha muazzam bir medeniyet atılımı gerçekleştireceğiz inşallah.

Bir ipucu: Bütün medeniyetler, dinler fosilleştirildiler ama İslâm diri, canlı ve keşfedilmeyi bekleyen bir keşfedilmemiş kıta.

Vesselâm.

#Medeniyet
#Tevhid
#Tarih
4 yıl önce
Medeniyetin sütunları: Celâl, Cemâl ve Kemâl yolculukları
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı