|
İlle de yerli olsun ister çamurdan olsun

Dünyayı tehdit eden, nerede ve ne zaman kontrol altına alınacağı öngörülemeyen koronavirüsün, herkese verdiği çok önemli dersler var. Koronavirüs salgınının kişisel yaşamımızda çok değişikliklere sebep olacağı muhakkak. Ancak yapılan değerlendirmelere bakıldığında devletlerin ve toplumların hayatlarında da çok önemli değişimlere yol açacak. Kimi değerlendirmelere göre, salgının ardından yeni bir dünya düzeninin oluşacağını bile dile getirenler var.

Yaşanan olaylara baktığımızda dünyayı nasıl bir kaosun beklediğini tahmin etmek zor. Dünyanın en gelişmiş ülkeleri bile endişe ve belirsizlik içinde bekliyor. Ülkeler içlerine kapanmış, kimse kimseye yardım edemez hale gelmiş. Bırakın yardımları, başkalarının yardımlarının gasp edildiği, bir anlamda korsanlık yapıldığı belirtiliyor. İtalya’ya giden yardımlara başka devletlerin el koyduğu konuşuluyor.

Bu süreç en çok yerli üretimin önemini gözler önüne serdi. Bir kriz anında en temel gereksinimlerin temini konusunda yaşanabileceklerin bariz örneklerini gösteriyor bize koronavirüs salgını. Maskesinden dezenfektan malzemesine; solunum cihazından test kitine; aşısından ilacına kadar. Devletler hemen bu ürünlerin satışını yasakladı. Daha önce satılması için çaba sarf edilen ürünlerin yurt dışına çıkarılmaması konusunda aşırı önlemler alınıyor, ihraç etmek isteyenlere yönelik cezai yaptırımlar gündeme getiriliyor.

Ülkemizde bu konularla ilgili yaşananlar da dünyadakine benzer. Sağlık Bakanlığı bu stratejik ürünlerin ülkemizde kalması çağrısında bulundu, İçişleri Bakanlığı stokçuluk yapanların veya yurt dışına satmak isteyenlerin fabrikalarına el konulacağını ilan etti, hatta bir kısmına el koydu. Ekonomi Bakanlığı, ihracata sınırlama ve ön izin şartı getirdi, Sanayi Bakanlığı üretim teşviki açıkladı.

Tamam, bunlar güzel de, kriz öncesine şöyle bir göz atmamız lazım. Bugünlerde bu kadar önemsediğimiz bu ürünleri üretenlerle ilgili ne yapıldı. Muhtemel krizler karşısında önceden bir hazırlığımız oldu mu? Devlet en büyük alım gücüne sahip. Devlet alım gücünü kullanarak, bu sektörleri destekledi mi, bu sektörlerde iş yapanlara daha kaliteli ürünler için ar-ge desteği verdi mi, yoksa nasılsa ithal ürünler daha kaliteli ve ucuz diyerek, yerli üreticiyi kendiyle baş başa mı bıraktı?

Bu soruları sorup cevap aramanın ötesinde yeni bir aşamaya geçmemiz lazım. Sadece sağlık değil, böylesine kriz durumunda herkesin kendi derdine düştüğü, kapılar kapandığında temin edemeyeceğimiz, stratejik ürünler konusunda yepyeni bir politika geliştirmeliyiz.

“Türkiye’nin ilaç ve tıbbi cihaz konusunda ithalata ve fason üretime dayalı tedarik modelini sürdürebilmesi artık mümkün değildir. Kendi patentiyle yerli ve milli ilaç geliştirme, üretme, bunu ülke içinde ve uluslararası alanda pazarlama çabası içinde olan bir anlayışı yerleştirmenin mücadelesini veriyoruz. Ancak yerli ve milli ilaç sanayiini geliştirme, tıbbi cihaz sektörünü güçlendirme konusunda attığımız adımlarda maalesef tıpkı bir dönem savunma sanayiinde olduğu gibi gizli bir direnişle karşılaşıyoruz. Türkiye açısından böylesine hayati önemi haiz bir sektörde hedeflerimizin kişisel hesaplar ve kurum taassuplarıyla engellenmesine izin veremeyiz.”

Bu sözler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu süreçte ifade ettiği sözlerdir. Dikkat edin! “Tıpkı bir dönem savunma sanayiinde olduğu gibi gizli bir direniş” diyor Cumhurbaşkanı Erdoğan. Başka ne diyor: “Hedeflerimizin kişisel hesaplar ve kurum taassuplarıyla engellenmesine izin veremeyiz.” Evet, bu kişisel hesaplar ve kurumsal taassup meselesi önemli. Zira birçok girişimcinin ve mucidin geçmişten beri nasıl sıkıntılar yaşadıklarını az çok ilgili olan herkes bilir.

İstiklal Şairi M. Akif Ersoy, “Tarih’i ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” mısralarıyla günümüze ışık tutuyor. Evet, tarihimiz bu konuda örneklerle dolu. Osmanlı, 1. Dünya Savaşı öncesinde 1913 yılında Teşvik-i Sanayi Kanunu çıkardı. Kanunla, devlet, girişimcilere hem teşvik sağlayacak hem de devletin satın alma gücünü yerli üretici için kullanacaktı. Yine cumhuriyetin ilk yıllarında 1929 buhranından iki yıl önce çıkarılan Teşvik-i Sanayi Kanunu’nun 13’üncü maddesinde devlet idaresinin ihtiyaç duyduğu ürünlerin ithal edilenden daha pahalı bile olsa yerli üreticiden tedarik edilmesi hükme bağlanmıştı.

Hepimiz “Yerli malı, yurdun malı, herkes onu kullanmalı” tekerlemesiyle büyüdük. Bu tekerlemeyi hayata geçirmek için bir musibetin gelmesini beklememeliydik. Ancak iş işten geçmiş değil. Koronavirüs musibetinin bize hatırlattığı eksiklerimizin gereğini yerine getirerek, bundan sonra “İlle de yerli olsun, ister çamurdan olsun” anlayışıyla stratejik ürünler başta olmak üzere yerli üretimin önündeki tüm engelleri kaldıralım…

#Koronavirüs
#Mehmet Akif Ersoy
#Yerli malı
4 лет назад
İlle de yerli olsun ister çamurdan olsun
İsrail’i durdursa minnet mi duyacaksınız da, kulağınız hep Washington’da?
Toraman şov
Düşük maaşlı memurları sevindiren düzenleme emeklileri üzdü
Ticarette dürüstlük en büyük sermayedir
Paranın kuvveti