Zaruret çek, minnet çekme…

Ara sıra şairlerin "divan"larını karıştırırım. Maalesef divanlar "hüsniyat" dediğimiz "kaş, göz, bel, âşık, mâşuk, şarap, dilber" gibi daha çok güzelliklerin dile getirildiği şiirlerle dolu. İlim, irfan, hikmet gibi toplumun geleceğini ilgilendiren içtimâî beyitlere pek az rastlıyoruz. Sait Paşa Divanı'nı incelerken "işte bu güzelmiş" diye altını çizdiğim bir beyit vesilesiyle bugün minnet konusu üzerinde konuşalım istiyorum.

Önce Sait Paşa'ya (ö. 1891) kulak verelim:

"Zarûret çekse de erbâb-ı irfân imtinân çekmez//Hele âlemde bâr-ı minneti insan olan çekmez."

Şair bugünkü dille diyor ki:

İlim-irfan sahipleri yoksulluk çekse de minnet çekmez. Sadece ilim-irfan sahipleri değil, esasen insan olan hiçbir zaman minnet yükünü taşıyamaz.

Peki, minnet nedir?

Sözlükler minneti "Yapılan bir iyiliğin yükü, ağırlığı altında ezilme, iyilik yapana karşı kendini daima borçlu hissetme" şeklinde tanımlıyor. "Minnet çekme" deyimi de "Bir iyiliğin yükü altında kalmak, ezilmek" demektir.

Minnet; iyilik yapana karşı insanın kendini borçlu hissetmesi ise ve bu da ağır bir yükse "o zaman kimse kimseye iyilik yapmasın" diyeceksiniz. İlk bakışta böyle bir anlam çıkıyorsa da mesele öyle değil.

Öncelikle şunu üzülerek belirtelim ki insanoğlu çoğu zaman karşısındakini minnet altında bırakmak için yani kendisine karşı borçlu düşürmek için iyilik yapıyor. Gayet tabii, bu da herkesin çekebileceği bir yük olmuyor.

Hele bir de yaptığı iyiliği ikide bir hatırlatma, başa kakma işi cahil ve kendini bilmezlerden geliyorsa minnet yükü iyice ağırlaşır, çekilmez olur. Şair haklı:

"Bir gün minnet çekmeye mecbur kalsan da //Cahilin minnetini çekme, ölsen de." 

Şinâsî'nin (ö. 1871) dediği gibi Allah kimseyi kimseye muhtaç etmesin, yapılan ihsan ne kadar büyük olursa olsun, çekilecek minnete değmez:

"Hak Teâlâ kimseyi bir ferde muhtaç etmesin//Yoksa halkın ettiği ihsana değmez minneti."

İşte bunun içindir ki bizim kültürümüzde iyiliklerin gizli yapılması esastır. Atalarımız boşuna dememiş "Sağ elinin verdiğini sol elin görmesin" diye.

Diğer taraftan iyilik yapan kişi iyi niyetli olsa bile herkesin bir gururu vardır. Alan el değil de, veren el olmayı kim istemez?..

Bilmem şu hikâyeyi hiç duymuş muydunuz? Rivayet ederler ki cömertlik denilince akla ilk gelen zat olan Hâtem-i Tâî bir gün deniz kenarında 40 deve kestirerek halka ziyafet verir. Halk yiyip içip eğlenirken kendisi de birkaç arkadaşıyla dolaşmaya çıkar. Hâtem-i Tâî'nin ileride odun toplayan bir şahıs dikkatini çeker. Gidip ne yaptığını sorduğunda oduncu: "Gördüğünüz gibi odun topluyorum. Şehre götürüp satacağım. Kazandığım üç-beş kuruş parayla da ekmek alıp yiyeceğim" cevabını verir.

Hâtem-i Tâî:"Arkadaş, niçin Hâtem'in ziyafetine gitmiyorsun? Bak halk onun sofrası etrafında toplanmış" deyince oduncu şu dikkate şayan karşılığı verir:

"Efendim, her kim kendi elinin emeğiyle geçinirse Hâtem-i Tâî'nin minnetini çekmez."

Doğrudur, şair Basîrî'nin dediği gibi herkes birbirine muhtaç:

"Zen merde, civân pîre, kemân tîrine muhtaç//Ebnâ-yı beşer hâsılı birbirine muhtaç."

Ama buna rağmen yine de kendi alın terimizle geçinirsek -Hâtem-i Tâî de olsa- kimsenin minnetini çekmeyiz…

***

ACZİMİN GİRYESİ:

 

MİNNET ÇEKME

Zaruret çek, mihnet çek, dert çek; minnet çekme!

İnsan için en ağır yüktür minnet çekme. 

                                                  (Li-müellifihî)

***

KISA BİR ARA

"Sık muhabbet tez ayrılık getirir",

Diye duyduk bizler hep atalardan.

Sohbetlere biraz  ara  mı  versek,

Farklı sesler geliyor ötelerden…

                               (Li-müellifihî)

Yazarın Diğer Yazıları