Banyoda kalorifer olmadığı için oturma odasındaki leğende yıkanırken, gözümüze sabun kaçınca kıpraşıp, halıya su sıçratıyorsun diye annesi tarafından kafasına tasla vurulan nesiliz biz...

Top oynamaya geç kalmayalım diye telaşla sokağa koşarken, eline salça sürülmüş bir dilim ekmek tutuşturulan nesil.



Fakir ama yakışıklı delikanlı Ayhan Işık’ın küçük hanımefendi Belgin Doruk’u kırmızı bir gülle tavladığı, Ediz Hun’la Filiz Akın’ın birbirlerine sarılarak Boğaz’ı seyrettiği, Tarık Akan’la Emel Sayın’ın ağaçlar arasında neşeyle koşturarak saklambaç oynadığı, İzzet Günay’la Türkan Şoray’ın el ele yürüdüğü, Kartal Tibet’le Fatma Girik’in faytonla dolaştığı, bütün Türkiye’nin bu güzel insanları rol model alarak, mutlu hayaller kurduğu, mutlu aşıklar dönemiydi...

Dünyanın gelmiş geçmiş en muhteşem kalantoru Hulusi Kentmen’in ropdöşambırla dolaştığı, tonton aşçı Necdet Tosun’la azgın hizmetçi Mürüvvet Sim’in tombul yanaklarını birbirine yasladığı, şoför Vahi Öz’le saftirik uşak Cevat Kurtuluş’un her film sonunda mutluluktan ağladığı, Nubar Terziyan’ıyla Kenan Pars’ıyla Sami Hazinses’iyle, televizyonları siyah beyaz ama rengarenk yıllardı.

Kel Mahmut, Hafize ana, inek Şaban, damat Ferit, güdük Necmi, tulum Hayri, badi Ekrem, Akil hoca, külyutmaz Necmi, Veysel efendi... Fırlaması şapşalı, şehirlisi köylüsü, doğulusu batılısı, içinde hepimizin bulunduğu, sınıfsal farkların olmadığı kusursuz sınıftı.

Mesut Bahtiyar’dan şarkılar dinlediğimiz, kalipso kralı Metin Ersoy’la dans ettiğimiz, kanto kraliçesi Nurhan Damcıoğlu’yla coştuğumuz, bol yıldızlı lacivert gecelerdi... Bilseniz ne kadar özledim Barış Manço’yu Tanju Okan’ı Erol Büyükburç’u Ferdi Özbeğen’i.

Burnumda tütüyor, Özay Gönlüm’ün Yaren’i.

Teknolojinin zavallığında Trt’nin necefli maşrapa dönemleriydi, çamaşır makinelerinin merdaneli, telefonların çevirmeli, Altan Erbulak’ın en maharetli estetikçilerin bile başaramadığı güzellikte kadınlar çizdiği, İstanbul’da basılan gazetelerin İzmir’e bile anca ertesi gün gelebildiği, Anadol otomobilin samandan yapıldığı için inekler tarafından yendiğine inanılan, laklak denilen oyuncağın adeta salgın olduğu, Samsun cıgarasının içinden odun çıktığı günlerdi.



Çok dar zamanlar gördük, gerçekten çok sıkıntılı zamanlar... Darbeler, sıkıyönetimler, ekonomik krizler, genel grevler, Kıbrıs’ta savaştık, karartma geceleri yaşadık, ambargolar yedik, benzin kuyrukları, tüpgaz kuyrukları, devalüasyonlar, yüzde yedi bin faizler, 70 cente muhtaç olduğumuz günler, işsiz kaldık, kemer sıktık, neler neler... Ama, milletin ekmek alacak para bulamadığı, ekmek alırken çaresizlik yaşadığı bir dönem asla görmedik.



Hangi dünya görüşüne yakın olursa olsun, üç aşağı beş yukarı benimle aynı yaşlarda bulunan tüm okurların bu satırları aynı tatsız duygularla, acı veren bir gülümsemeyle okuduğundan eminim.

Yoksul ailelerin çocuklarıydık ama, hiçbir şeyimiz yokken bile, hiç olmazsa elimizde salça sürülmüş bir dilim ekmeğimiz vardı.

Veya, toz şeker serpilmiş bir dilim ekmeğimiz.

Geleceğe dair masum, saf, temiz hayallerimiz vardı.

Pırıl pırıl umutlarımız.



Şimdi o bir dilim ekmeği yerken, utanıyoruz.



65 yaşındayım diyor mesela, halk ekmek kuyruğundaki bir ablamız, eşi hasta, evde yatıyor, kar yağıyor, bir lira ucuza ekmek alabilmek için iki saattir burdayım diye anlatıyor.

Cebimde ay sonuna kadar 5 lira 25 kuruşum kaldı diyor emekli bir abimiz, ay sonuna daha 12 gün varken, çıkarıp gösteriyor 5 lira 25 kuruşunu, 5 ekmek aldım, bu kaldı diyor.

1500 lira maaşla geçinmeye çalışıyorum diyor, ben yaşlarda bir başka emekli arkadaşımız, elinde poşet, poşette üç ekmek... Bir liranın hesabını yapacağım hiç aklıma gelmezdi diyor.



38 yıldır bu ülkede gazetecilik yapıyorum, yüreğimin taşıyabileceğinden fazla insani sıkıntı gördüm, hatırlamak istemediğim boyutlarda sıkışmış hayatlara tanıklık ettim...

Ama milleti, kitlesel olarak hiç bu kadar darda görmedim.



Devletin sarayları vardı, saray devleti yoktu.

Şahlanma masalları değil, adı üstünde, planlı kalkınma planlanıyordu.

Dünya bizi kıskanıyor palavralarına karnımız toktu.

Salça sürülmüş bir dilim ekmeğimiz vardı bizim.

Tertemiz hayallerimiz vardı.

Umutlarımız.