Yaşadıkça neler göreceğiz neler. 19 Mayıs’ta Atatürk Anıtı’na çelenk koymaya olur vermeyen vali, çirkin ve paslı diliyle Atatürk’e saldıran sözde bilim adamı, yurttaşları birbirine karşı kışkırttığının ayırdında olmayan yöneticiler, Ulusal Kurtuluş Savaşı ile Cumhuriyetimize ve kurucularına karşıtlıklarını kusan yılışık siyasal yalakalar, yalancılar, goygoycular, kimi sapkınlar, yaşamımızı karartan tutum ve davranışlarıyla iplikleri pazara çıkan kötülerdir. Taptıkları liderin yanında, yakınında, hemen arkasında görünme çabasındaki, ilkellikle koşuşan, saldırgan aymazlar. Yayınlarıyla dalkavukluk yarışındakiler. Şakşakçılar korosu. Herkes her şeyi görüyor. Kişileri göstermeye gerek yok. Siyasal çürüme ve kokuşma apaçık ortada. Düzeysizliğin doruğunda bir yıkım. Kişilik, terbiye, nitelik seçkinliği yerle bir. Kirli medya silâhşörleri.

Toplumsal aydınlığı yurttaşlarına çok gören kimilerinin tutum ve davranışları, ulusal birlik ve ulusal dayanışma yerine karşıtlık ve kavga çıkışları yapıyor. Çevrelerindeki nabza göre şerbet veren “Hınk!” deyicilerin ona ters gelecek bir şey söylemeleri olanaksız. Ne dese, ne söylese alkış onların bıktıran zilleri. Bilmiyorlar ki tarih hiçbir sertliğin, hiçbir diktanın ve kötülüğün sonsuzluğunu yazmamıştır. Topluma bakışında, yaklaşımında bozukluk ve çarpıklık olanları yanındakiler abartılar, yalanlar, yakıştırmalar, temelsiz savlar ve yapay savunmalarla korumaya, parıltılı göstermeye çalışır. Bunlara karşı çıkarken, yanıt verirken, bunları eleştirip değerlendirirken onların düzeyine inmemek için özenli davranmak gerekir. Zaten her şeyi söyleyip yazmak yakışık almaz.

Toplumsal barış ve ulusal dayanışma, birlikte ve bağımsız yaşayarak sonsuza değin varolmanın koşuludur. Ülkeyi ve ulusu kurtardıktan sonra bağımsız devleti kurup lâik cumhuriyetle donatan, dünya ile kaynaştıran, çağdaş uygarlık yolunda hızla koşturan, ülküsü ve ilkeleriyle coşturan, komşularıyla barıştıran, Batı dünyasıyla yarıştıran, hak ve özgürlüklerimizi hukuksal güvenceyle pekiştiren ATATÜRK ve arkadaşlarını anarak yaşatıyor ve onlara yaraşır olma çabasını en büyük, en onurlu görev sayıyoruz. İçinde bulunduğumuz kötülüklerin, sakıncaların, değişik kirlenme ve engellemelerin üstesinden gelme gücümüzün kaynağı ve dayanağı Atatürk ve arkadaşlarıdır. Hepsi birer erdem ve onur anıtı idi. Onların çocukları olmanın kıvancı ancak onlara yaraşır olmakla hak edilir ve tadılır.

İkinci Dünya Savaşı’ nın buhranlı günlerinde Türkiye çok partili düzenle demokrasiye geçmişti. Uyum yılları, Demokrat Partililer’in önce kendilerinin de yönetici ve sorumlu olduğu tek partili yılların sömürüleri, eleştirileriyle geçti. 1950 demokrasiye geçiş değil, iktidar değişikliği yılıdır. Sonraki yıllar, “demokrasi” adı altında bir tür siyasal yozlaşma dönemi, bir tür “Vatan cephesi” ayrımcılığı ve çağrılarıyla, “Siz isterseniz hilâfeti bile getirirsiniz” diyen zamanın Başbakanı Adnan Menderes’in baskıcı ve kendini yadsıyan tutum ve davranışlarıyla, özellikle konuşmalarıyla tek partinin, iktidar partisinin dikta yıllarıdır. 1960 Harekâtı durduk yere olmamıştır.

Çağdaş hukuk devleti sözle (lâfla) değil, içtenlikli çabalarla gerçekleşir, yaşar ve yaşatır. Şimdi baroları parçalama buyruğu veren Bay RTE, yolu adliyeye düşünce yanlış düşünüp yanlış yaptığını anlayacaktır ama iş işten geçmiş olacaktır.