Perşembe günkü yazımda “ekonomide Berat Albayrak devrimi” diye isimlendirilen bir gelişmeyi ele almıştım. Hemen söyleyeyim, bu “devrim” yakıştırmasını ben yapmadım. Bu sözcüğe, R. O. Kütahyalı 10 Ekim 2020 tarihli Güneş’te yayımlanan makalesinde yer verdi. Muhtemelen “ekonomide devrim” nitelendirmesini bizzat Berat Albayrak, gazeteci Kütahyalı ile yaptığı bir sohbette kendisi kullanmıştır. Benim için haberin içeriği çok önemliydi. Kendimden bahsedeceğim için özür dilerim. Ben, 1983 yılından beri önce Hürriyet, şimdi de Sözcü gazetesinde kesintisiz 37 yıldır ekonomi yazıları yazan bir kişiyim. 1961-2017 arasında sanayi yöneticiliği ve danışmanlığı yaptım. 10 yıldan fazla süreyle Marmara Üniversitesi Göztepe Mühendislik Fakültesi’nde “işletme ekonomisi” okuttum. Kendi gözlerimle Türk Lirası’nın değerli tutulması için alınan kararların, ekonomik krizlere nasıl davetiye çıkardığını, sanayinin gelişmesine nasıl köstek olduğunu gördüm. Hâsılı kelâm, “Albayrak devrimi” zaten benim savunduğum “yapısal reform”du.

DEĞERLİ PARA DADINDAN YENMEZ

Her ülkenin vatandaşı parasının değerli olmasını ister. Çünkü kazancı ulusal parayladır. Mesela, Türkiye’de çalışan insanların binde 1’i dolarla maaş alır(dı). Kalan 999’unun geliri,  TL cinsindendir. Ulusal paranın karşılığı yabancı paralar karşısında yükseldikçe, vatandaşların (kendi gelirleri ulusal para cinsinden artmasa dahi) satın alma güçleri otomatikman artar. Parası değerli ülkelerin vatandaşları daha çok dış seyahate çıkar. Lüks otellerde kalır. Rahat para harcar, seyahatin tadını çıkarır. Ulusal para değerlendikçe, ithal malların yurt içi fiyatları düşer. Bu da enflasyonun denetim altında tutulmasını kolaylaştırır. Merkez bankaları, “fiyat istikrarını korumada” zorlanmaz. Firmaların dış borçlarının ulusal para cinsinden karşılığı düşer. “Kur farkı kârları” doğar, kârdan pay alan müdürlerin primleri artar. Hisse senedi sahipleri hem temettü alır hem de hisselerinin fiyatı artar. Herkes mutludur. Ama eğer ulusal paranın değeri “yüksek faiz” rüşvetiyle yurda davet edilen “sıcak döviz” sayesinde artıyorsa bu tablo sürdürülebilir değildir. Bu mutlu hayat devalüasyon kriziyle sona erer.

BEING AND BECOMING (SURETA VEYA HAKKEN OLMAK)

Öğretmen okulunu bitirene öğretmen denir. Ama o kişi gerçekten “öğreten” olmuş mudur acaba? Her çocuk doğuran kadına ana denir. Acaba o kadın gerçekten “anne” olmuş mudur? Her çocuk doğurtan adama “Baba oldun” denir. Acaba o adam gerçekten “baba” olmuş mudur? Kambiyo kuru düşen paraya “Değerlendi” denir. Değeri artan her para gerçekten değerli midir? Türk Lirası, sıcak para girerken değerlendi. Gerçekten değerli miydi? Aynı süreçte dış borçlar şişiyordu. Bunu gören yabancılar ve yerli halk bunun böyle gitmeyeceğini anladı. TL, güvenilmez para oldu. Çöküşün kök sebebini yalnız “paracı iktisatçılar” görmedi. TL’nin değerlenmesi için “Faizler artmalı” dediler. Güven gitmişti bir kere. Halk, altın ve dolara yöneldi. TL aşırı değersizleşti. Eşyanın zoruyla bugünlerde cari açık kapandı ama güven geri gelmedi. TL hâlâ değer kaybediyor. Güvenin geri gelmesi için uzun süre cari açık vermemekten başka çare yok. Yapısal reformun amacı da bu olmalıdır.

Son söz: Değerli paraya giden yol, değersiz paradan geçer.