Sören Kierkegaard şeytanîlik dilsizlik ve vicdan

Sören Kierkegaard, “Kahkaha Benden Yana” (Çev. Nedim Çatlı, Ayrıntı, 2013) adlı kitabındaki “Şeytanilik” başlıklı denemesinde suskunluk ya da kapanıklıkla şeytanîlik arasında bir bağ kurar. Buradan hareketle diyebilirim ki suç ya da günahla susma arasında doğrudan bir ilişki vardır. Suçlu ya da günah işleyenin susması, failin kendisini âdeta bir dilsizlik hücresine kapatarak mahkûm etmesi ve tabiatıyla özgürlüğünü kaybetmesidir. Lâkin özgürlük engellenemez, bir yol bulur; pencereden esen bir rüzgâr, dışarıdan kulağa gelen bir ses, uçan bir yaprak, hatta kirli duvarlardaki yazılar, kişinin kendisini kapattığı dilsizlik hücresinin kapısını tıklatır arada. Kierkegaard’ın deyişiyle suçluluk sükûtunun özgürlükle karşılaşmasının doğurduğu ‘kaygı’dır bu! Sükût, bir kıvranıştır, bir kaygı, bir dilsizlik hâli! Kalbe vurulan kilit… O hâlde şunu söyleyebiliriz; iç, ruh ya da gönül, dışa, özürlüğe dille çıkar. Dil, sustuğunda ya da susturulduğunda, ruhu, kalbi hapsetmiş oluruz. Dilsizlik, ruhsuzluktur, ruhun susturulmasıdır. İnsan, ruhsuz yaşayamaz, ruh daima dille var olur, dille gösterir kendini, dille şakır, dille uçar…  

Peki öyleyse insan neden ruhun kanatlarını kelepçeler? Çünkü suç/ günah, insanı dilsiz kılar; hem sözsüz hem kalpsiz. Kierkegaard, “Azılı bir suçlu günah çıkarmaya gitmez” (s. 77) der. Doğrudur! Çünkü vicdan azabı aracılığıyla iyilikle karşılaşmak istememektedir. Kierkegaard’ın ‘kaygı’ dediği bu olsa gerek: Ruhsal ceza!.. İyi ama bu ‘dilsiz’ çözülmez mi? Çözülür. Onun dilini çözecek şey, ya bir ‘zorba Şeytan’dır -çünkü der Kierkegaard, “her şeytanın hükmedeceği bir zaman gelir” (s. 77)- ya da mutlak olarak susan bir melek. Gözünü suçlunun/ günahkârın gözlerine dikerek ebediyete kadar susacak bir melek! Derin ve mutlak bir saf sükût, dili çözer! “Susmayı bilen iyilik” der bu güce Kierkegaard, susmayı bilen iyilik! Susmak ya da ‘kararlı ketumluk’ bazen suçluya verilecek en büyük cezadır öyleyse. Böyle ‘kararlı bir sükût’ karşısında suçlu muhtemelen muhatabının suskunluğunu bozacak tek bir kelime için dahi yalvarmaya başlayacaktır. 

Kapanıklık, suskunluk, korkunçtur. Kişinin sanki meçhul bir adaya tek başına gönüllü sürgünüdür.  Neden böyle bir sürgünü seçer ki insan? Belki de sakladığı şeyin korkunçluğundan ürker, çünkü gizlediğini bir daha kendisi dahi duymak istemez, buna tahammülü yoktur. Çünkü her dile getiriş, failin âdeta suçunu/ günahını tekrar tekrar yaşaması, azap duyması demektir. Sükût, bu durumda insanın kalbinden kaçışıdır, kalbine karşı kirli yüzüyle çıkmaya cesaretinin olmayışıdır.  

Böyle bir sükût, bir bakıma suçla günahla birlikte yaşama değil mi? Ve dilsizliği sürdürmek mümkün mü? Mümkün elbette! Sırlarıyla ölen pek çok insan var. Ama vicdan denen şey o suç sükûtunun hücresinin demir kapısını sürekli tırmalar, insandaki o iç ses hiç susmaz! Kierkegaard’ın dediği gibi; “Vicdan azabı olan hiç kimse suskunluğa dayanamaz.” (s. 77). Lâkin çağ, şeytanî suskunluğun çağı mıdır nedir? İsmet Özel’in deyişiyle “Dilce susup bedence konuşulan bir çağda” mı yaşıyoruz ki, vicdan o ‘şeytanî suskunluk’a mahkûm olabiliyor!.. Ama inanmam buna.

Oscar Wilde’ın “Dorian Gray’in Portresi”ndeki Dorian gibi insana ölümsüzlüğü dahi verseniz -ki romanda böyledir- vicdan, ölme pahasına o ‘şeytanî dilsizlik’i yıkar, ondan acı duyar! Çünkü içimizde bizi tümüyle ifşa eden bir ‘ayna/ portre’ daima vardır, o portreden, o saf aynadan asla kaçamayız! Dorian da kaçamamış; o kadar rahatsız olmuştur ki sonunda çareyi vicdanına (portresine) saldırmakta bulmuştur. Aslında saldırdığı günahlarıdır!.. 

Bence vicdan ‘saf ayna’ demek! Dil, âyinesi saf olanla söyleşir. Onun için Nefî’nin şu mısraını çok severim: 

“Ehl-i dildir diyemem sinesi saf olmayana” 

 

 

YORUMLAR (9)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
9 Yorum