Refik Hâlid’in ev güzellemesi

On-on beş gündür bütün yetkililer ve aklı başında herkes haklı olarak halkımıza “Evde kal!” diyor.

Özellikle hiçbir belirti göstermeyen taşıyıcılardan bulaşan korona virüsünden korunmanın ve yayılmasını önlemenin en kestirme yolu yakın temastan kaçınmak ve “sosyal izolasyon”... Çağrıya ne kadar uyulursa bu belayı başımızdan o kadar çabuk savacağız.

Elbette hürriyetimizin kısıtlanması arzu edilir bir şey değil. Ama böyle zor zamanlarda fedakârlık ve dayanışma şarttır. Zorlukların üstesinden hep birlikte geleceğiz. On dokuzuncu yüzyılın önemli şairlerinden Enderunlu Vâsıf’ın “Mihneti kendine zevk etmedir âlemde hüner,” diye başlayan meşhur bir beyti vardır. Bu hüner, insana yaşanması muhtemel başka felaketlere karşı bağışıklık kazandırır. Beytin ikinci mısraı da şöyledir: “Gam ü şadî-i felek böyle gelür böyle gider!” (Feleğin sevinci ve üzüntüsü böyle gelir, böyle gider).

***

Bir süre ev kapanmak, eğer evimizde bizi kaçmaya zorlayan bir huzursuzluk varsa, kendi kendimizle hesaplaşarak bu huzursuzluğun kaynağını bulmak, evi yeniden ocağı tüten sıcak bir yuva haline getirmek ve zorluklara birlikte göğüs germek için bir fırsattır. Evlerini sevenler için zaten evde kalmanın çok büyük bir problem teşkil edeceğini zannetmiyorum.
“Evde kal!” çağrısı, Refik Hâlid severlere, edebiyatımızın bu en evcil yazarının “Evde Kalmak Zevki” başlıklı yazısını hatırlatmış olmalıdır. Bir nüfus sayımı dolayısıyla sokağa çıkma yasağı ilan edilmesi üzerine kaleme aldığı yazının hemen başında, “Medeni insan için dışarıda eğlenmesini bildiği kadar evinde hoşça vakit geçirme yolunu bulmak, ikisinin de zevkini çıkarmak lâzımdır,” diyen sevimli yazar, “Misafir gelip çan çan etmeden, kitap ve gazete üzerine kapanmadan evde saatler nasıl geçer?” diyenlere şu cevabı verir: “Bunların hiçbiri olmasa da ev hayatı ufak tefek meşguliyet icatlarıyla gene keyiflidir; hatta misafirsiz, oyunsuz, kağıtsız, kitapsız bilhassa radyosuz daha keyiflidir.”

Refik Hâlid, elbette, bir günlük bir yasaktan söz ediyor. Ama hayatta olsaydı bugün de aynı şeyleri yazacağından eminim. Söz konusu yazısından gazete ve kitaba bile ihtiyaç hissetmeyecek kadar el becerilerine (yemek pişirmek, ufak tefek tamir işleri vb.) sahip olduğu anlaşılan Refik Hâlid’in evde hoşça vakit geçirebilmek için neler yapılabileceğine dair yazdıklarını anlatmak bu köşenin sınırlarını çok aşar. Ben, izninizle “Evde Kalmak Zevki”nin nefis bir “ev güzellemesi” olan son bölümünü sizinle paylaşmak istiyorum:

***

“Evini candan sevmeyen, galiba yurdunu da gönülden benimseyemez; evinde sıkılanın memleketinde eğlenebilmesi şüphelidir. Hatta bana öyle gelir ki evinden hazzedemeyen adam belli başlı dünya saadetlerinden birini henüz tadamamıştır. Bazan insanın odasında elini bir şey sürmeden, bir şey düşünmeden, güzel bir kır manzarası karşısında bulunuyormuş kadar keyif duyduğu bile olur. Kendisini yuvasında hissetmenin kalbe emniyet veren bir hususi zevki vardır; hatta her saadet gibi bununda elden gittiği zaman kıymeti daha derinden anlaşılır. Başından mahpusluk ve gurbet maceraları geçenler bilirler: Hürriyet, yurt ve ev hasreti birbirlerinden ayırt edilemeyen kaybedilmiş tek saadettir.

“Ev, yatı mektebindeki çocuk için ananın, gençlikte ve olgunlukta sevgilinin, ihtiyarlıkta yatağının bulunduğu yer olmak itibariyle tahassürle anılar, can atılan bir hayal mihrabıdır; muhabbetimizin dalgaları gökleri aşarak o merkeze koşar, orada ses verir. Yalnız şu var ki evi, hangi iklimde ve ne seviyede olursa olsun, sevimli şekle sokabilmeli, şefkatli hale getirebilmelidir. Bazı evler bilirim, bütün debdebesine rağmen nursuz, hareketsiz, albenisizdir. Orada avize ışığı bana zeytinyağı kandili kadar sıkıntı, kalorifer tezek ocağı kadar bulantı verir. Halılar tabut şalları gibi kasvet verici, gümüş çatal bıçak takımları operatör aletleri gibi tüyler ürpertici görünür.

“Zira evi güler yüzlü, sıcak, sokulgan yapan eşya değildir, oturanların gustosu, daha doğrusu ruhudur. Ruh kadar bir eve sinen, akseden, nakşolan ne vardır? Hiç tanımadığım bir aile yuvasına gireyim, şöyle etrafıma bir göz atayım, evin perisini yoklayayım, size o karı kocanın istikbaline dair, ele bakan kâğıt açan falcıdan çok doğru malumat verebilirim. Ruh tahlili sadece hanımın yeşil gözlerine, beyin nazlı sözlerine bakılarak yapılmaz, evlerin de tetkike değer gözleri, manalı sözleri vardır ve bunlar anlayana hiç de yalan söylemezler.
“Türkçede izdivaç etmeye evlenmek denmesi ne hoştur. Evinden sıkılan, yuvasından bıçak bucak kaçandan, erkek veya kadın, şüphe ediniz. Akşamüstü işinden dönüşte ayakları geri geri giden ve yaldı beş dakika gecikmeyi nimet bilen erkek, çoğu defa kadın yüzünden yüzü gülmemiş bir bahtsız demektir. Düşününüz ki ancak evciller iyi birer ana ve babadırlar.”

***

Refik Hâlid’in tespiti çok doğru; ev hasreti, hürriyet ve yurt hasretinden ayırt edilemez. Aslında ev ve yurt eşanlamlı kelimelerdir. Göktürk Kitabeleri’nde “eb” şeklinde yazılan ev kelimesi çadır şeklinde bir harfle gösterilir. Göçebe atalarımızın evleri olan çadırlara yurt denir ve yurt aynı zamanda vatan anlamına gelirdi.

Evet, evlerimizde kalalım ve atalarımız gibi “Bu da geçer yahu!” diyerek alınan tedbirlerin bir an önce sonuç vermesini sabırla bekleyelim. Kapandığımız yer, kendi evimizde bile olsa, hürriyetimizin kısıtlanması can sıkıcı; ama hürriyetin kıymetini, hava gibi, su gibi bir ihtiyaç olduğunu fark etmek için de bir fırsat...

YORUMLAR (6)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
6 Yorum