BIST 9.089
DOLAR 32,38
EURO 35,05
ALTIN 2.325,97

Tarihe takıntılı bir toplumu atasal tohum efsanesi ile kandırmak

Atasal tohumlar ile alakalı tüm ezberler yanlış. Birileri bu miti yayarak ekmek yiyor.

Bir toplumu diğerlerinden ayırıcı genel refleksler vardır ve bunlar kolayca fark edilebilir. Buna ilk dikkat edenler ise dışarıdan gelenler olur. İlk defa ziyaret ettiğimiz ülkelerde bize tuhaf gelen şeyler olduğu gibi bizi ilk defa gözlemleyenlere de farklı gelen özellikler olacaktır.  Türkiye’yi ziyarete gelen yabancılar, buldozer izleme merakımızı anlamıyor örneğin. Bir yerlerde çalışan bir buldozer için apartman balkonundan sokağa taşan epey kalabalık bir seyirci kitlesi oluşuveriyor.

Bu buldozer merakı gibi tarihte ve geçmişte kalan her şeyi kutsal, doğru, kusurdan arınmış gibi görme eğilimi de bu topluma has bir özellik. Konu atalarımıza ait bir nesne olunca, durum daha duygusal olabiliyor. Atalarımızın muhteşem bir hayat sürdüklerine, mükemmel ve hatasız bir toplum olduklarına, sahip oldukları her şeyin değerli ve kutsal olduğuna hatta yaşadıkları hayat tarzının en mükemmel hayat tarzı olduğuna dair bir toplumsal bilinçaltına sahibiz. Elbette böyle doğrudan söyleyince birçoğumuz farklı düşündüğünü iddia edebilir.

Ama bu konuda en objektif sonuçları somut testler ile ortaya çıkarabiliriz.

Toplumda hemen herkes atalarımızın hayat ve beslenme tarzının ve besinlerinin çok doğal olduğunu düşünüyor. O yüzden otantik olma iddiasındaki tüm besinlere bir hücum var.  Köy kahvaltılarına ödenen o devasa rakamların altında bu bilinçaltı yatıyor. Ekonomik geliri yükselen yeni muhafazakâr sınıftaki geleneksel tıp merakı da otantik ürünlere hücum da bu bilinçaltı zaafını keşfetmiş tüccarların PR ve reklam başarısından fazlası değil.

Tüccar deyince aklınıza turiste halı satmaya çalışan hanutçu gelmesin. Kalabalık unvanlarla televizyonda gelenekçilik satanı da var bitki uzmanı da. Bunlar, sadece muhafazakâr mahallelerde ekmeğini kazanan romancı, karikatürist, türkücü, doktor, manken veya Osmanlı şehzadesinden oluşmuyor. Seküler görünümlü tüccarlar da kendi mahallesinde aynı bilinçaltı zaafını kullanıyor. En son satılacak meta ise atasal tohumlar. İstismar öğesi ise tahmin edileceği gibi Cumhuriyetin ilk yıllarında, ulusal araştırma enstitülerinde değerlendirilen atasal tohumlar.

Şimdilik para kazanma imkânı yok atasal tohumlardan ama itibar kazancı var. Herkesin dilinde atasal tohumların ne kadar kutsal olduğu veya tarımsal problemlere nasıl çözüm olacağı var.

Maalesef atasal tohumlar ile alakalı tüm ezberler yanlış. Birileri bu miti yayarak ekmek yiyor.

Maddeler ile anlatayım

1.      Atasal tohumlar, modern tarım öncesinde çiftçilerin kullandığı tohumlara deniyor. Yabani tohumlar ile modern tohumlar arasında bir performans gösteriyorlar ve en fazla 100 yıl önceki halleri var elimizde.

2.      Atasal tohumlar tamamıyla doğal tohumlar değiller. Binlerce yılda yabani tohumlardan ıslah edilmişler. Atasal tohumları ekmek için uygulanan tarım pratikleri de bugünkü kadar olmasa bile ekolojik açıdan epey sorunlu idi.

3.      Bu tohumlar zannettiğiniz gibi tüm besin elementlerini taşıyan kutsal tohumlar değil. Birçoğu temel besin elementlerini karşılamada fakirdir.

4.      Atalarımız bunlarla beslendiği için güçlü ve sağlıklı değillerdi. Çünkü atalarımız güçlü ve sağlıklı değillerdi. Türkiye’de ortalama yaş uzunluğu 1960 yılında bile 45 yaş civarında idi. Etrafta hatırladığınız güçlü dedeler ve uzun yaşayan nineler ise toplumun sadece %1 kadarını teşkil eden, genetik ve beslenme olarak şanslı olanlardı. Gerisi 30lu yaşlardan itibaren yetersiz beslenmeden dolayı kademeli olarak ölüyordu. Hem de atasal tohumları tükettikleri halde. Elbette erken ölüm tamamıyla atasal tohumların suçu değildi. Sağlık sistemi yetersizliği, yaşam koşulları da bunda etkili idi.

5.      Türkiye eskiden atasal tohumları ektiği için kendi kendine yetebiliyor değildi. Koşullardan dolayı kendi kendine yetebiliyordu. 1927 nüfus sayımına göre toplam 13,5 Milyon civarında olan nüfusun %75’inden fazlası kırsalda yaşıyor, yani besin üretiyordu. Her üç kişi besin üretip sadece fazladan bir kişiyi doyuruyordu.  Ancak bu halde bile besin yetersizliği en büyük sorun idi. Yani atasal tohumlar ne ekenlerin kendilerini ne de toplumun geri kalanını yeteri kadar besleyemiyordu. Maalesef kendi kendine yetebilirlik öyle düşünüldüğü gibi bolluk ve bereket içinde bir yetebilirlik değildi.

6.      Atasal tohumlar, modern yaşam koşullarında bile çiftçilik yapanlara hayatı istihdam edecek kadar gelir kazandıramaz. Bu konuda çalışan akademisyenlerin hesaplamaları böyle bir sistemin sürdürülebilir olmadığını gösteriyor. İsviçre Alpleri'ndeki çiftlik resimleri ile süslenmiş atasal tohum efsanesi de ancak ÇiftlikBank dolandırıcılığı kadar gerçekçi.

7.      Yukarıda anlattıklarım atasal tohumların tamamıyla faydasız olduğu anlamına gelmiyor. Bu tohumların taşıdığı genler çok değerli. Bu genler ve özellikler, modern tohumların gelişiminde hayati rol oynuyor. Bu yüzden atasal tohumların canlı tutulması gerekiyor. Zaten ıslahçılar ve devletler bu konuda hiç kimsenin aklına gelmeyecek kadar titiz önlemler almışlar ve almaya devam ediyorlar. Konudan ekmek yemek isteyen sosyal medya amatörlerinin aklına kimsenin ihtiyacı yok.

8.      Kültürel anlamda bu atasal tohumlar değerli bir öğe olabilir. Bu tohumlar, bahçelerin kenarına, hobi bahçelerine ekilip dikilebilir. Nostalji özleminde olan ikinci nesil şehirlilere satmak için ticari bir sektör bile olabilir. Bu konuda zaten sosyal gruplar oluşmuş ve tohumlar küresel düzeyde paylaşılıyor. Ancak konunun küresel gıda güvenliği ve ülkenin tarımsal açıdan kendi kendine yetebilir olması ile bir ilgisi yok.

Sonuç olarak atasal tohumlar konusunu gündemde tutmaya çalışarak takipçi/seyirci toplayan ekibin anlattıkları doğru değil, çizdikleri gelecek algısı da rasyonel değil.  Sadece toplumun zaafını istismar ediyorlar.