Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Başkan Trump göreve geldiğinden beri iki korkunun üzerinde siyaset inşa ederek kültür savaşlarından besleniyor. Biri eski moda “komünizm” tehdidi, diğeriyle daha yakın tarihli İslamofobi.

        “Komünizm” çoktandır unutulmuştu ama Bernie Sanders’ın önderliğinde Amerikan sosyalistlerinin yükselişi o eski hayali düşmanı yeniden hatırlattı. Gerçi ne Sanders ne de ileride Amerikan siyasetinde çok daha önemli rol oynaması muhtemel vekil Alexandra Ocasio-Cortez’e Kıta Avrupa’sı standartlarında sosyalist denebilir. En fazla İskandinav ülkelerindeki sosyal demokratlara benziyorlar.

        Yine de bilinçaltına işlemiş komünizm korkusu, seçimlerde Trump tarafından Sanders’ın komünist diye damgalanabilme ihtimali Amerika’daki ilerici siyasetin önünü kesti. Demokrat Parti daha devrimci ve ilerici bir siyasete yönleneceğine korkudan statükoyu ve orta yolculuğu tercih etti. Parti adeta Trump’ın oyununa geldi.

        Trump’ın ilk yaptığı işlerden biri de kimi Müslüman ülkelere seyahat yasağı koymaktı. Daha sonra mahkemeden dönen bu kararı ne yaptı etti, bir şekilde kendisine yakın yargıçların da yardımıyla kitabına uydurup yürürlüğe soktu. Benzer şekilde ülkenin güney sınırından iltica etmek isteyen göçmenleri çocuklarından ayırmak, çocukları kafese koymayı da bir devlet politikası haline getirdi. Zaten Meksika sınırına duvar örüleceği vaadiyle seçilmişti.

        REKLAM

        MÜKEMMEL BİR EVLİLİK

        Bütün bu politikaların arkasında asıl Stephen Miller adlı 1985 doğumlu bir danışman var. Aşırı sağcı ve göçmenlik düşmanı Miller daha Trump’ın ilk başkanlık konuşmasında kültür savaşlarının işaretini vermişti. Komplo teorisi dolu ırkçı yayınları takip eden, buralardan makaleler paylaşan Miller’ın eşi de Kate de Başkan Yardımcısı Mike Pence’in basın sözcüsü. (Kate Miller’da yakın zamanda COVID-19 çıktı.) Bu çift Beyaz Saray’ı ele geçirmiş halde kısacası.

        Stephen-Kate Miller
        Stephen-Kate Miller

        Stephen Miller’la Trump’ınki mükemmel bir evlilik aslında. Entelektüel derinliği olmayan, kitap okumayan, dikkat dağınıklığıyla meşhur Trump kulaktan duyma bilgilere çok meraklı. Başkan seçilmeden önce de Obama’nın doğduğu yeri tartışmaya açarak yalan bilgileri dolaşıma sokmuştu. Hala pek çok komplo teorisini de yaymaya devam ediyor. Miller da kendi aşırı sağ ideolojisini Trump’a kolaylıkla aşılıyor. Üstelik ikisi de ırkçı. Miller yeni kuşak, Trump’sa geleneksel.

        Sonradan “When They See Us” adlı bir dizisi de yapılan Central Park’taki koşucu cinayetinin 1989 yılında beş masum siyah gencin üzerine yıkılması için kamuoyu oluşturan isimlerin başında geliyordu Trump. Onun yüzünden sadece o akşam parkta olan beş masum insan gençliklerini hapishanede geçirmek zorunda kaldı; aklanmaları yıllar sürdü. Aynı Trump o yıllarda -mahkeme kararıyla da sabit- yaptığı binalarda siyahlara ev kiralamıyordu.

        Ve ne acı ki şu anda Amerika’da yüzyıllardır bastırılmış siyah toplum isyan edip, ta kölelikten bu yana bütün haklarının gasp edilmesine artık yeter derken Beyaz Saray sadece ırkçılığı körüklüyor. Trump’ın protestolara yönelik attığı bütün tweet’ler kasıtlı olarak ırkçı çağrışımlar taşıyor. Farkında olmadan yazmıyor da değil bunları, inadına ırkçı tabirler kullanıyor.

        REKLAM

        SEÇİM İÇİN KÜLTÜR SAVAŞLARI

        Çünkü 2016’da olduğu gibi 2020’de de kültür savaşlarına sırtını yaslayarak seçilmenin peşinde. Toplumu daha fazla bölerek, beyazların siyahlardan daha üstün olduğunu vurgulayarak kararsız beyaz seçmenin arasındaki bastırılmış ırkçı hisleri hedef alıyor.

        Amerika’daki Cumhuriyetçi Parti çok uzun zamandır aşırı sağ tarafından ele geçirilmeye çalışıyordu zaten. Trump’ın seçim kampanyasını yöneten ve bir ara danışmanlığını yapan Steve Bannon ve bir önceki Adalet Bakanı Jeff Sessions daha ortada Trump’ın adı dahi yokken böylesi bir parti vizyonunu kendi aralarında konuşuyordu. Yine Trump’ın seçilmesinde büyük rol oynayan Breitbart adlı aşırı sağ sitenin kurucusu Andrew Breitbart da Bannon’la tanıştığında kurduğu ilk cümle “Kültürü yeniden ele geçirmeliyiz,” olmuştu. Model hazır, sadece uygulayacak bir figür gerekiyordu. Kitleleri nasıl kullanacağını bilen Donald Trump da kendisine biçilen role en uygun isim olarak tamamen önceden belirlenmiş bir stratejinin piyonu oldu. Seçimi kazanmasıyla da Cumhuriyetçi Parti’yi bu ideoloji tamamen ele geçirdi.

        Minneapolis’in genç ve Demokrat belediye başkanına “radikal sol” demek, gösterileri Antifa’nın düzenlediğini iddia etmek, protestoculara “azgın köpek” gibi bekleyen güvenlik güçlerinin saldıracağını söylemek ve başka ırkçı mesajlar işte bu siyasi damarın kültür savaşlarını çıkarmak için kullandığı taktikler sadece. Amerika’da ne radikali, hangi solu varmış da belediye başkanı seçilebilmiş halbuki… Veya Antifa üyeleri bile bu kadar büyük güçleri olduğunu duyunca şaşırmışlardır. Asıl korkutucu olan bir seçim uğruna yangına körükle gidilmesi.

        Gösterilerde Neo-Naziler'in rolü var

        Minnesota Valisi yaklaşık bir haftadır devam eden protesto gösterilerinde şiddeti körükleyenlerin çoğunun Minneapolis dışından geldiğini söylüyor ve ırkçı aşırı sağ unsurlara dikkat çekiyor. İleride daha net ortaya çıkacak ama kimi binaları kundaklayanların, ateşe verenlerin beyazların üstünlüğünü savunan bu radikal uçlar olduğuna dair kuvvetli istihbarat ulaşmış yerel yönetimlere.

        Beyaz ırkçılığı ya da bir diğer adıyla Neo-Naziler. Aslında ölmüş, unutulmuş, etkisi epey zayıflamış bir küçük harekete indirgenmişti ABD’de. Ama son yıllarda yeniden Neo-Naziler’i gösterilerin ön saflarında gözükmeye başladı. Trump’ın yükselişiyle birlikte daha görünür oldular, ırkçı yayın organları devlet katında kabul görmeye başladı, marjinal medya kuruluşlarındaki sözde Neo-Nazi uzmanlara mikrofon tutulmaya başlandı.

        Aslında yine de birer uç unsur olarak kalabilirlerdi ama birkaç sene önce Charlottesville’de gösterilerin üzerine arabasını sürüp masum bir insanın canına mal olan Neo-Nazi hareket için dönüm noktası oldu. Normal şartlarda bırakın Amerikan Başkanı’nı herhangi bir siyasetçinin katili kim olursa olsun kınaması gerek. Ama Trump “Her iki tarafta da harika insanlar var,” diyerek Neo-Naziler’in devlet katında kabul gördüğünü gösterdi. Bu da ırkçı harekete moral verdi. 4chan gibi sitelerde daha fazla örgütlenmeye başladılar, yeni örgüt üyeleri kattılar ve en önemlisi ne yaparlarsa yanlarına kar kalacağını gördüler.

        İşte bugün de ABD yanarken istihbarat Neo-Nazi’lere işaret ediyor ama bütün dünyanın önüne Antifa teorisi atılıyor.

        Minneapolis nasıl duruldu

        Minneapolis’te ise Cumartesi günü arka arkaya üçüncü gün bir felaket yaşanıp yaşanmayacağı merak ediliyordu. İki gün boyunca güvenlik güçleri göstericilere çok müdahale etmemişti, sokağa çıkma yasağına bile kimse uymamıştı.

        Ama Cumartesi günü manzara farklıydı. Saat 20:00’ye kadar protestocuların eve dönüp dönmeyeceğini takip ettim. Önce hiç niyetli değillerdi, oturma eylemiyle direnmeyi düşünüyorlardı. Sonradansa birbirlerini ikna ederek şehirlerine sahip çıkmaya ve kurallara uymaya karar verdiler. Birbirinden bağımsız küçük küçük grupların dışında da Cumartesi günü felaket yaşanmadı. Pazar günü ben şehirden ayrılıp tansiyonun yükselmeye başladığı New York’a gelirken haberler gösterilerin sürdüğü, ama artık barışçıl bir anmaya doğru dönüştüğü yönündeydi.

        Diğer Yazılar