Türkiye’de en son idam cezası infazının üzerinden 36 yıl geçmiş. 25 Ekim 1984’te 26 yaşındaki genç devrimci Hıdır Aslan’ın Burdur Cezaevi’nde idamına dair anlatılar ve tanıklıklar, şimdi yeniden getirilmek istenen bu uygulamayı insani ve bilimsel bir yerden tartışabilmenin uygun en etkili yolu olabilir.

Yakın tarihimizde adeta olağanlaşmış askeri darbe deneyimlerine mutlaka idam infazları eşlik etmiştir. 1960, 1971, 1980 darbelerini takip eden idamların izleri hala canlıdır. 1960’ı Başbakan Adnan Menderes, bakanlar Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın; 1971’i Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın ve 1980 darbesini de 50 kişinin idamı takip etmiştir. FETÖ darbe girişimi başarılı olsaydı, bu vahşi uygulama muhtemelen yeniden gündeme gelecekti.

Memleketin tarihinde başka idamlar da vardır kuşkusuz. Daha çok tek parti döneminin olağan idamları hala toplumsal belleğin odağında duruyor. Şeyh Sait, İskilipli Atıf ve Seyit Rıza gibi isimlerin şahsında bir kısmı mezar yerleri bile bilinmeyen idam edilmiş yüzlerce kişi bulunuyor.

Erken Cumhuriyet dönemi idamları, ibret-i âlem olsun diye herkesin izleyeceği meydanlarda yapılırdı. Agamben’in ceset imalatı dediği duruma benzer şekilde idamlar, hem izleyenlerin hafızalarında silinmez izler bırakır hem de cellatların fazla mesai yapmalarına yol açardı. Bir Celladın Anıları adlı çalışma ibretlik anlatılarla doludur. Sonraki yıllarda bu uygulamadan vazgeçilmiş; idamların, cezaevi avlularında, sabaha doğru, kimsenin fark etmediği bir ortam ve zamanda yapılması tercih edilmiştir.

Türkiye, diğer örneklerde olduğu gibi modern devlet olmanın gereği olarak idamla ilgili bir ‘hukuk’ da geliştirmiştir. Buna göre kararı veren hâkim, savcı, cezaevi müdürü, gardiyanlar ve doktor idam infazlarında birlikte ve koordineli çalışmışlardır. Bu ‘hukukta’ tanımlanmamış tek iş cellatlıktır. Bütün diğer görevliler devletin memurlarıdır fakat resmi cellat olmadığı için, hem cellat bulmak hem de yaptığı işe ödenecek kaynak bulmak çoğu kez sorun olmuştur.

2004’te idam cezası Türkiye’nin anayasasından ve hukukundan çıkarılmıştır. İzleyen süreçte darbe teşebbüsleri de boşa çıkarıldığı için artık, devlet gücünü kullanarak yeniden darağacı kurmak, birilerinin boynuna ip geçirmek gibi uygulamaların tamamen tarihte kaldığına dair kuvvetli bir duygu oluşmuştur. Ne yazık ki son zamanlarda idamın hayırlı bir iş olduğuna yönelik bir dil ve ip ya da darağacı ile buna gönderme yapan simgesel politika yeniden tedavüle girmiş görünüyor. Üstelik bu ülkede vahşice idam edilen başbakan ve bakanların anısına hafıza mekanlarının inşa edildiği bir dönemde. Ne ilginç!

Sosyolojik bir tespit olarak hiçbir idamın, hiçbir sosyal derde deva olmadığını ve olamayacağını net şekilde söylemek gerekir. Gerçekte idam, ölümüne karar verilen kişiye karşı bir cinayet; ailesi ve memleketi yönetenler de dahil, bütün toplum için bir cezadır. Hal böyle olunca idam kararını veren hakim, ilgili komisyonda onay veren milletvekili, kararı imzalayan Meclis Başkanı, darağacını hazırlatan ve mahkuma son mektubunu yazdıran cezaevi müdürü, kefenini giydiren gardiyan ve tabureyi ayaklarının altından çeken cellata kadar bütün bu insanları ömür boyu taşıyacakları bir yükün altına koyacak bu uygulamada ısrar neden?

Türkiye’de son idamın ilk dersi, sadece genç bir insanın hukuksuz şekilde ölüme gönderilmesi değil, aynı zamanda infazlar durdurulunca ölümün kıyısından dönenleri dinleme imkânı vermiş olmasıdır. Bu nedenle Hıdır Aslan’ın adım adım idama götürülüş hikayesini; onunla aynı akıbete gönderilmeye karar verilmiş ve fakat son anda infazlar durdurulunca hayatta kalabilmiş arkadaşlarının hikayesi ile birlikte okumak gerekir. Onların anlatıları, hem geçmiş deneyimleri hem de gelecek tahayyüllerinde idamın insanlık dışı niteliğini anlatan derslerle yüklüdür. Hem en son idamın hem de öncekilerin yakın tanıklıklarını içeren bu ölümcül hikâyeleri dinlemeden, anlamadan idam cezası ve infazı hakkında ‘uzmanlık’ yapmak bilime de, insanlığa da, ahlaka da uygun değildir.

son-idamin-ilk-dersi-olumcul-hikayeler-795144-1.