13 Ağustos 2020

Engin Akyürek hayranları üzerine | Türk dizileri ne işe yarar?

Biz istediğimiz kadar İstanbul Sözleşmesi diyelim, topluma birileri başka yönde formatlar atarken, bu nasıl olacak?

4 yıl önce Amerikan Senatosu bir soruşturma açmış ve "Hollywood sineması ile CIA'in ilişkisi"ni sorgulamıştı [1]. Bu konularda yazılmış kitaplar da mevcut [2]. Sonuçta Hollywood 2.Dünya Savaşı sonrasında Coca Cola'sından, Mc Donalds'ına, yaşam tarzından, bazı fikirlerin empozesine kadar pek çok şeyi ihraç ederken, Hollywood önemli bir araç oldu.

2. Dünya Savaşı sonrası yükselen diğer sinemalar İngiliz, Fransız ve İtalyan endüstrileriydi. Ölçek ekonomisinin de payı ile olsa gerek, Bridget Bardo, Alain Delon, Sophia Loren vs. gibi dünya çapında ünlü aktörler çıkaran İtalyan ve Fransız sineması, 1970'lerden sonra uluslararası arenada daha az yer alır oldular. İngilizleri ise daha çok Amerikan yapımlarında gördük. Hollywood bol paralı yapımları ile global pazarı sildi süpürdü. Bütün dünyada tekel haline geldi.

Hollywood hala aynı bol paralı yapımları yapıyor ve dağıtıyor olsa da, hep aynı hikayeleri tekrarlıyor olmaları [3], biraz ABD'nin çeşitli işgal ve baskı hareketleri ile topladığı antipati, biraz da ABD'de değişen kültürel yapının, global kitlelerin günlük hayatından kopuk olması gibi nedenlerle pazarda tek olmaktan çıktılar. Şimdi sahnede başka ülkelerin TV dizileri var. Anadolu Ajansı haberine göre Türk dizileri dünyada 146 ülkeye satılmış durumda[4]. Kore, Latin Amerika ve Bollywood (Hint) sinemaları da dünya sahnesinde kendilerine seyirci buluyor.

Şimdilerde ortaya çıkan Amerikan video platformlarına da bu açıdan dikkatli bakmak lazım. Acaba ABD kaybettiği tekel durumu, başka şekilde yeniden geri almaya mı çalışıyor.

Kore dram endüstrisinin Netflix konusuna bakışını geçen haftalarda Prof. Dr. Mutlu Binark'ın kaleminden okumuştuk [5]. Binark Hoca "Platform Emperyalizm"ine Kore örneği üzerinden dikkat çekiyor. Ama Kore yapımcılarının kendilerini korumaya yönelik ifadeleri ya da Türkiye'de de bir çok insanın da tartıştığı bazı şikayetler, henüz Türk film endüstrisi tarafından dile getirilmiyor. Çünkü onlar kendilerine finansal destek dahil yol açan ve belki dünyaya açılmalarını sağlayacak bir fırsatla karşı karşıya olduklarını düşünüyorlar.

Ama Türk sanatçı ve prodüksiyon şirketlerinin, Netflix'in yapımı diziler için "özgürlük sunuyor" ifadelerine karşın, Netflix yerli ve yabancı dizilerinin bazı farklı konularda format atmaya çalıştığı şeklinde yorumlar var. Örneğin Fatih filmine bakın, Sırp üvey annesinin yıldız falı olmasa, Fatih'in şaşkın bir ergen olduğu ve İstanbul'u alamayacağı fikrine varıyorsunuz. Tabii ki şu anda bu diziyi dünyada farklı ülkelerde izleyenler de aynı fikre varıyordur. Üstelik "docu bilmem ne" olduğu yani bire bir tarih anlatmadığı gibi bahane öne sürülse de, bu diziye Türk tarihçilerle daha bir gerçeklik kazandırılıyor (aşkolsun ESG).

Neyse Netflix konusunu başka bir yazımızda detaylı işleyeceğiz. Sonuçta yerel endüstrinin içinden de Netflix konusunda bazı şikayetler olduğu görülüyor, iç içe girmiş bazı ilişkilerden bahsediliyor. Bunu bilahere yazacağız. Şimdi konumuza geri dönelim.

Türk dizileri neden kadına şiddet gibi her türlü kötülüğü içeriyor?

Dizileri anlatmamızın nedeni Hollywood sineması ya da Netflix değil. Kore dizilerinin de benchmark'ıyla yerli dizilerin önemine ve kalitesine dikkat çekmek.

Epeydir Türk dizisi izlemiyorum. Nedeni Murat Soner'in anlatımıyla aşağıda;

Murat Soner pek çok yerli diziyle ilgili yorum yapmış. Hemen başındaki şu özet, İstanbul Sözleşmesi'ni bu kadar konuştuğumuz bugünlerde, gözden kaçan bir başka konuya işaret ediyor;

"Tapuyla takas edilen genç bir kız gördük, hem de reşit bile olmayanından, babası tarafından 1 yıl boyunca kömürlüğe kapatılan başka bir genç kız gördük, tekme tokat dövülen kadın, parmağı kırılan kadın, ocakta eli yakılan kadın, gerdek gecesi akmayan kanın hesabını izleyip, evden kovulan kadını ve o esnada gerdek için sıra bekleyen başka bir kadını gördük. Enişteyle sevgili olan kadını gördük ve hatta kuyunun dibine atılan ve çıkarmak için evlendirilen kız bile gördük."

"Eli ocakta yakılan kadın mı?" Allah Allah, bu dizileri kim yazıyor, kim finanse ediyor. Hangi amaçla? Biz istediğimiz kadar İstanbul Sözleşmesi diyelim, topluma birileri başka yönde formatlar atarken, bu nasıl olacak?

Ben Türkiye'de ne olup bittiğini anlamak için dizileri Soner'in yorumlarıyla takip ediyor ve üzülüyorum. Bu diziler Türkiye açısından iç ve dış fırsat ise, bunun iyi kullanılması gerekmez mi? Bu yazının sonunda verdiğim "Engin Akyürek" örneği, ne demek istediğimi size anlatacaktır.

İyi kullanılması demekle, tabii ki bu kötü yaklaşımlı (3-4 kadınla yaşamak, kadına şiddet, bir sürü saçmalık) yasaklansın demek istemiyorum. Maşallah "yasaklansın" denildiğinde, keserin nasıl çalışacağını hepimiz biliyoruz. Tam tersine iyi yapımları yazarak, seyrederek hatta finansal olarak destekleyelim ki, herkes hangi amaca hizmet ettiği belli olmayan bu saçmalıklar yerine düzgün diziler yapmaya özensin demek istiyorum.

Bu diziler yoluyla, kendi toplumumuzda edeb ve eğitim (sokaklara tükürmemek, elindeki kağıdı arabanın penceresinden sokağa fırlatmamak, kadınlara şiddet uygulamamak vsvs) yolunda önemli adımlar atılabileceği gibi, diğer ülkelere kendimizi tanıtmamız ve bunu da çeşitli fırsatlara çevirmemiz mümkün. Örnek mi; dizilerin oynadığı ve ihracatımızın son derece düşük olduğu ülkelere --mesela mutfak eşyaları-- ihracatımız artmış [6].

İletişimci bilim insanları dikkati dizilerin önemine çekmeye çalışıyor

Hacettepe'nin İletişim Fakültesindeki bir grup akademisyen (diğer üniversitelerde de var ama benim tanıdıklarım bu bilim insanları), Türk dizileri ve dünya dizileri üzerinde çalışıyorlar. Bir nevi karşılaştırma (benchmark) yaratıyorlar. Önemli bir çalışma olduğunu düşünüyorum, çünkü yerli diziler dünyaya bizim kültürümüzü tanıtıyor ve belli mesajlar taşıyor.

Prof. Dr. Mutlu Binark ve çevresindeki uzmanlar yüzlerini Asya'ya çevirmişler. Binark Hoca Kore'de bizzat yaşayarak Kore dram endüstrisini ve kültür diplomasisini incelemiş. Kore yaratıcılığının nasıl geliştiğini anlatıyor. Araştırmalarını bu endüstrinin Kore'de nasıl şekillendiğini ve desteklendiğini anlatan bir kitap haline de getirmiş [7][8].

İlave olarak, Tüm Asya medya ve sinemasının incelendiği bir kitap derlenmiş [9]. Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı (UMAG) tarafından yayınlanan kitapta uzmanları Japonya, Çin, Vietnam, Hong Kong medya ve sinemasını anlatıyor [9]. 600 sayfaya yakın bu kitabın sadece Çin ve Kore tarafının konuşulduğu bir yayın da yaptık. Aşağıda görebilirsiniz.

Cumhuriyet tarihi boyunca yüzümüzü batıya çevirdiğimiz için ihmal ettiğimiz bir boyut; Asya. Güney Kore mucizesinden çokça bahsedilse de, bugünlerde Huawei çerçevesinden, ABD-Çin ticaret savaşını anlamaya çalışanlar olsa da, Asya konusunda ülkece bilgimiz zayıf. Binark Hoca ve çevresindeki uzmanların yayınları bu nedenle çok kıymetli. Önümüzde yükselen bir Asya var. Anlamak ve bilmek zorundayız. Dizileri, sinema endüstrisi böyle bir fırsat ve ayrıca örnek sunuyor.

Ben Binark Hoca'ya "Acaba sizi Kültür Bakanlığı ya da benzer bir yerden arayıp, bu kıymetli çalışmalarınız hakkında daha derinlikli bilgi istediler mi?" diye sordum. Ama arayan olmamış. Anlayacağınız doğrudan 350 milyar dolara yakın bir ihracat hacmi yaratan -mutfak eşyası vs. gibi dolaylı ne kadardır acaba?- bir endüstri için AKP hükümetinin yaklaşımı "saldım çayıra, mevlam kayıra" şeklinde.

Şaşırtıcı bir örnek; Engin Akyürek hayranları Türkiye'de her yıl bir kuruma bağış yapıyorlar

Bu dizilerin neye yol açtığına dair bir örneği ise, yine Hacettepe'den ve SineBlog.org editörü Zafer Yılmaz şöyle aktarıyor;

"Daha önce sözünü ettiğim Engin Akyürek hayranlığı ve "değerlendirildiği takdirde" Türkiye'nin kültürel diplomasisine olası katkılarını inceleyen bir alt başlık açtık. Hayran gruplarıyla temasa geçerek 5 kıta, 45 ülkeden 182 Akyürek hayranına Skype veya açık uçlu anketlerle ulaştım.

"Alt-kültür" diye çokça küçümsenen "hayranlık" olgusunun, Akyürek örneğinde olduğu gibi, Türkiye hakkındaki ön yargıları yıkabildiğini, kültürel etkileşimi artırdığını ve dahası hayır etkinlikleriyle uluslararası dayanışmayı güçlendirdiğini gözlemledim. Türkiye hakkında olumsuz kanaatlere sahip olanlar oyuncuya hayran olduktan sonra Türkçe öğrenmeye; Türk tarih, kültür ve geleneklerini araştırmaya yönelmişler. Önemli bir kısmının bulundukları ülkelerdeki Türk Büyükelçiliklerine gidip Türkçe öğrenimi için kaynak talep ettiklerini öğrendik.

Öte yandan ve ne yazık ki kültürel diplomasi kurumumuz Yunus Emre Enstitüsü'nün, örneğin Güney Amerika'da tek bir temsilciliği dahi yok. Başka tür bir uluslararası iletişim stratejisi güttüklerini biliyoruz zaten ama bir temsilcilik dahi açsalar o kıtada; kültürümüze ve dilimize yönelik kendiliğinden oluşmuş talebi karşılayabilirler ve ülkemizin "yumuşak gücü" olumlu etkilenir. Çok can sıkıcı ama ben konuma döneyim.

Evet, dünya çapında "Haydi Gel, Sen De Bize Katıl!" adıyla örgütlenen Akyürek hayranları bağış etkinlikleri düzenliyorlar. Bu yıl 6.ncısı için kampanyaya başladılar. Dünyanın onlarca ülkesinden Engin Akyürek hayranları oyuncunun doğum gününde (12 Ekim), ona doğum günü hediyesi olarak 2015 ve 2016'da Bir Dileğim Var Derneği, 2017'de Darüşşafaka, 2018'de Saadet Öğretmen Çocuk İstismarı İle Mücadele Derneği (UCIM), 2019'da da UNICEF Türkiye'ye bağışta bulunmuşlar. Bu yıl da yine UNICEF Türkiye'yi seçmişler: Haydi Gel!...Sen de bize katıl!

Araştırmalarımız sırasında "Haydi Gel, Sen De Bize Katıl!"ın dünya lideri İran'dan Mahta Mozaffari ile tanıştık. Altıncısına ulaşan bir etkinlik Türk medyasında şimdiye dek pek yer bulabilmiş değil. Dünyanın onlarca ülkesinden binlerce hayran Türkiye'deki kurumlara bağış yapıyorlar. Bunlar çok farklı etnik köken veya inanca sahip insanlar. Bu örnek; hayır işlerinin kimi inanç, mezhep, vakıf vb. kurumların tekelinde olmadığını göstermek yönüyle de anlamlı."

Engin Akyürek yakışıklı bir sanatçımız olsa da, asıl özelliği sanırım hem kendisinin, hem de hayranlarının "iyi kalpli" iyi insanlar oluşu. İranlı Mozaffari'nin başlattığı şaşırtıcı bağış kampanyasına, Akyürek'in başka bir dernek açılışında kullandığı "Haydi Gel, Sen de Katıl Bize (HGSKB)" adını vermişler.

Arjantin, Uruguay, Şili, Paraguay, ABD ve İran'dan çok sayıda hayranı her yıl bu kampanya ile Türkiye'deki bir kuruluşa bağış yapıyor ve gelebilenler Türkiye'yi ziyaret edip, sertifikayı doğum gününde (12 ekim) Akyürek'e hediye ediyorlar. Konuyu daha detaylı anlatan ve kampanya liderlerinden İranlı Mozaffari ile yapılan röportajı geçen hafta sosyal medyada hızla paylaştılar [10]. Bir kaç örnek yanda.

Şimdi düşünelim; bu kadar iğrenç yaklaşımlar içeren dizileri mi seyredelim, yoksa hikayesi olan, olumsuzluklar yanında güzelliklerin olduğu dizileri mi?

Bu diziler -Murat Soner'in de belirttiği gibi- aynı zamanda bir eğitim sunuyor. En alttaki bölüme bakın, orada "kadına şiddet" konusunu detaylı vermiş. İstanbul Sözleşmesi mi? İstediğiniz kadar kalsın ama bu diziler olduğu sürece bir işe yaramaz. Halbuki dizilerde tam tersine, hepimizin hayatını güzelleştirecek detaylar sunulabilir.

Takdir ettiğim ve akıllı bulduğum bir genç arkadaşım, geçen kış "metroda başımdan gitmedi, sanki ben yaşlılara yer vermek zorundayım" gibi bir cümleyi tweet etti. Kendisiyle konuştum ve dedim ki, "Yaş ilerledikçe, güç azalıyor, dizler kireçleniyor. Keşke daha anlayışlı olsaydın ve keşke bu cümleyi de tweet etmeseydin".

Şaşkınlıkla gördüm ki, bizim çocukluğumuzda öğretilen "büyüklerine yer ver" saygı değerinin farkında değildi. Üzüldü yaptığına. Aklına bile gelmemiş. Çünkü ailesinde ya da okulda öğretilmemiş. Karşısındakini "yaşlı", "yardıma muhtaç" ve "kendisinin de bir gün geleceği hal" olarak görmüyor. Tam tersine bir rakip gibi değerlendiriyor. Yani yerini kapacak bir rakip. Hızlı şehirleşmenin ve hepimizin bildiği diğer koşulların içinde bir çok değer yok oldu ve oluyor. Diziler bunların hatırlatılması için iyi birer fırsat olmaz mıydı?

Üstelik gördüğünüz gibi, bu konuyu çalışan ve fikir üretebilen hocalarımız var. Onların da danışmanlığı ve görüşleri hepimize yol çizerdi. Diğer bir yazıda, yerli dizi endüstrisinin ihracat boyutlarına dair bazı bilgiler paylaşmayı planlıyorum.

Son olarak Murat Soner'in aşağıdaki videosunu da İstanbul Sözleşmesi kapsamında paylaşıyorum..


[1] CIA ile Hollywood Arasındaki İlişki Sorgulanıyor !!

[2] CIA ve Hollywood: Teşkilat Sinema ve Televizyonu Nasıl Biçimlendiriyor?

[3] Netflix'in iddialı bir şekilde sunduğu Irish Man tutmadı. Martin Scorsese --kendisi farklı şeyler söylüyor-- ve ağır topları Robert de Niro, Al Pacino'yu içeren dizi Hoffa olayını farklı yönden anlatsa da, hep aynı hikayenin bir versiyonu gibiydi. Bkz : Martin Scorsese explains why The Irishman wouldn't have worked as a TV series

[4] ABD'den sonra en fazla dizi ihraç eden ülke Türkiye

[5] Netflix’in Kore Drama Endüstrisine ve Kore Dalgası 3.0 Üzerine Etkisi

[6] Dizi İhracatı, O Sektöre de Yaradı

[7] Kültürel Diplomasi Ve Kore Dalgası Hallyu - Mutlu Binark

[8] Spotify - Nereden Başlasam / Kore Dalgası - Hallyu

[9] Asya'da Popüler Kültür ve Medya

[10] “Haydi Gel, Sen de Bize Katıl!”: Engin Akyürek Hayranlarının Kıtaları Aşan İyilik Hareketi 6. Yılında

Yazarın Diğer Yazıları

Depremi yaşayan 4 ilde nüfus 300 bin azalmış

Bölge nüfusundaki yüzde 7-8'lere varan azalma, sığınmacı açmazı ile birlikte düşünüldüğünde, Hatay başta olmak üzere bölgenin geleceği ve özellikle güvenliği açısından odaklanılması ve strateji geliştirilmesi gereken bir konu olarak önümüzde duruyor

Bakan "Türkiye emin ellerde" diyor, ama öyle mi?

USOM ya da Ulaştırma Bakanlığı gerçekten ülkemizin vatandaşlarının "emin ellerde" olması için çalışmak isterse, öncelikle operatörler-bankalar-savcılık-kolluk arasındaki eksik olan koordinasyon ve süreçleri tanımlamakla işe başlayabilir

Mahalli yönetim seçimlerin analizi (I)

Ekonomisi ve diğer tüm alanları güzel bir ülkede yaşamak istiyorsanız "cahil halk" retoriğinden kurtulun, iyi bir yurttaş olarak seçim kanunlarını, siyasi parti kanunlarını ve de ilgili mevcut gelişmeleri vs. yakından takip edin. En önemlisi gerçek verilere güvenin. O zaman "yine mi" mutsuzluğunu yenmek mümkün olur