Rüzgarın oğlu, güneşin kızı

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
24 Mart 2020 Salı

yaşındaki kayınvalidem, en az onlar kadar sevdiklerim, arkadaşlarım, öğrencilerim geliyordu; içimdeki ağırlık sonsuz katlanıyordu.

Beni hayata bağlayanlar…

Hayatımı ‘hayat’ yapanlar…

Ve kendim…

Hepimizi düşünüyordum.

“Gerçekleştirmek istediğim çok hayalim var. Yapmak istediğim çok şey var. Yarım kalan bir şey olmasa da yeni başlayacaklarım var.en güzel yaşlardayım, daha yeni anne oldum, hayatımda bana ait ne varsa bir bir ekledim kendime; nereye gidiyoruz böyle?” diyerek endişlerime yeni bir isim bulmaya çalışıyordum.

Adını ilk defa duyduğum, beş duyudan hiçbirine hitap etmediği için soyut diye düşünülecek ama peşine ölümü taktığına göre, son derece somut olan bir adı bilinmez’le yaşamak zorundayım herkes gibi. Bazen korkudan gecenin bir yarısı uyanmış, herkes için dua ederken buluyordum kendimi, bazen “Hiçbir şey olmaz” deyip çocukken yaptığım gibi gözümü odanın karanlığına yumup yeni güne uyanmayı bekliyordum, kaldığım yerden devam etmek için…

Sonra…

Canlı olarak internet üzerinden ders yaptım bir sınıfımla… Rüzgarın oğullarıyla güneşin kızlarıydı onlar… Bana bakan gözleri; cevap arayan sorularla, ümidin nereye saklandığını merak eden bakışlarla ama yine hayat dolu gülüşlerle geldiler, doldular; odama, yüreğime…

Düşündüm.

Tek noktalı düşündüm; üç noktalı değil, uzun uzun değil; bu sefer aklıma ilk gelenlerle.

Hayat denen; ölümün olduğu yerde bir o kadar da anlamlı olan, Tanrı tarafından bize sunulmuş o şahane hediyeyi düşündüm.

Ona doğru adı veren bu kızlar ve erkeklerdi işte!

Onlar, bir zamanlar bizim olduğumuz akıllar, yüreklerdi.

Değişmeyecek; geleceği, hayatı yeniden inşa edeceklerdi. Hepsi, önce kendileri, sonra birbirleri, sonra da hiç bilmedikleri, çok sevecekleri insanlar için; yapacakları işler, edinecekleri meslekler için, hayalini kurdukları gelecek için seçtikleri yürüyorlardı ve orada beni bekliyorlardı.

Her şey uçup gitti bir anda…

Nâzım’ın dizelerindeki gibi oldum ben de…

Bahtiyardım.

Sadece ve sadece öğretmen olduğum ve bu birbirinden değerli, tatlı, umut ve kararlılık dolu çocukların geleceğine, şimdilik belirsiz gibi görünse de dokunduğum için…

Güneşin kızları umudun, rüzgarın oğulları da kararlılığın sembolüydü. Sahip oldukları bu şahane özellikleri birbirlerine bağışlayarak hayatın adını beraber koyacaklardı.

O zaman, eski korkulara yenik düşmek yoktu artık!

O zaman, daha sıkı sarılmalıydım hayata…

O zaman, korkmak yerine, sevgiye, aşka; anneliğe, iyi bir evlat, sahici bir dost ve insan gibi insan olmaya yeniden daha dikkatli bakacaktım; onlar için, kendim için…

Korkup, düşünüp, yeniden merak edip, hiçbir çözüme ulaşamayacağımı bile bile kendimi yiyip bitirmek yerine; önmüme bakıp, kim olduğumu, sorumluluklarımı, hayallerimi ve umutlarımı yeniden hatırlamayı seçtim.

Geçecekti.

Her şey geçer, geriye hayat kalırdı her zaman…

Yine öyle olacaktı.

Gençler varken, güneş ve rüzgâr; umut ve kararlılık bir araya gelmişken; biz hayattan değil, hayat bizden korksundu, vardığım son nokta buydu.

Yeniden başladım onlar sayesinde hayatı sorgulamaya.

Beş duyuma hitap edemeyecek bir adı bilinmez yerine; tüm hücrelerim, aklım,kalbimle sahip olduğum bu rüzgar ve güneşin çocuklarını tercih ettim kalan hayatım için…

Niye, demediğim; hep iyi ki dediğim için…

”Her şey”in ama “her şey”in çok güzel olacağına inanarak yürümeye karar verdim; bu güneşlerin altında ısınarak , bu rüzgarların yüzümü okşamasına izin vererek…

Siz de öyle yapın.

Her şey çok güzel olacak çünkü.